Seçime kısa süre kala MHP’nin 10 milletvekili adayı ve üst yönetimindeki şahsiyetlerle ilgili seks kasetleri bomba gibi düştü Türkiye gündemine.

Bu kasetlerin çekilmesi piyasaya sürülmesi hiç şüphesiz organize bir iş. Bunu fevri bir hareket olarak yapabilmek mümkün değil. Planlanmış ve uygulamaya koyulmuş bir eylem.

Bunu kimin yaptığı nasıl yaptığı konusunda henüz bilgi yok.

Hükümet bu konuda duyarsız. Bugünün teknolojisi ile bu görüntülerin nasıl çekildiği kim tarafından çekildiği ve nasıl piyasaya sürüldüğünü ortaya çıkarmak o kadar zor olmasa gerekir.

Türk kamuoyu kasetli komployu yeni yaşamadı. CHP lideri Deniz Baykal’da aynı komployla görevinden istifa etti ve CHP yeniden dizayn edildi.

Ve şimdi sıra MHP’de...

MHP ile Deniz Baykal’lı CHP’nin ülke çıkarları, milli duruşu ve Misak-ı Milli sınırlarına bakışı aynı doğrultudaydı.

Özellikle 12 Eylül’de yapılan referandumdan bu yana MHP ile ilgili ciddi tartışmalar ortaya atıldı. Hükümet yanlısı gazeteler ‘Evetçi’ ülkücülerden yola çıkarak MHP’nin barajın altında kalacağı tezini ortaya attılar.

MHP’nin barajın altında kalması bu ülkede kimin işine yarar. Bazı çevreler MHP’nin barajın altında kalmasının Ak Parti’nin işine yarayacağını sanıyor. Bu yolda propaganda yapıyor. Oysa MHP’nin barajın altında kalması bu ülkenin menfaatine değildir. AK Partinin menfaatine hiç değildir.

Çünkü, kaynayan Ortadoğu’da tek ayakta durabilen ülke Türkiye’dir.

Türkiye’yi de kaosa sürüklemek için iç ve dış odaklı planlar hala sürmektedir.

Bu planı yapanlar MHP’nin dinamiğini sokağa taşımak isteyen emperyalist güçlerdir.

Sanılmasın ki bu güçler Türkiye’nin güçlenmesini istiyor.

İstenen Türkiye’nin bölünüp parçalanmasıdır.

Bu anlamda Başbakan Tayyip Erdoğan’a büyük rol düşüyor.

Erdoğan biraz daha sakin olmalı. MHP ile ilgili kasetler ortaya çıktığında hemen konuşup “el, dil, bel” diyene kadar, “Toplumun önderi olmuş insanlar özel hayatlarına da dikkat etmeli, ancak bu görüntüleri çekenler ve yayanlarda hak ettikleri cezayı bulacaklar. Talimat verdim araştırılıyor” deseydi daha çok puan alırdı.

Ama önce kasetler üzerine siyaset yapıp sonra geri adım atan Başbakan inandırıcılığını kaybetmiştir. Başbakan bir gün sonra söylediği, “Türkiye’de siyaseti yeniden dizayn etmek istiyorlar. Önce Baykal, sonra MHP” sözünü baştan söyleseydi daha inandırıcı olurdu.

AK Parti İl Başkanı Aziz Babuşçu, konuyla ilgili son derece olumlu bir açıklama yaptı.

-Biz hiç bir siyasi partinin barajın altında kalmasını istemiyoruz. Türkiye’de demokrasinin gelişmesi için tüm siyasi düşüncelerin Meclis’te temsil edilmesi gerekmektedir.

Aziz Babuşçu’nun fikirlerine katılmamak mümkün değil.

Ama Başbakan’ın çelişkilerine katılmakta mümkün değil.

Başbakan, Hakkari’de konuşuyor;

- Yüksekova belediyesi’ne 17 milyon lira gönderdik. Bu para nereye gitti?

Başbakan’ın bu sözünü bir çok kişiye sordum.
-“Ne demek istedi” diye. Bunların çoğu da AK Partili arkadaşlarım...
Aldığım cevap;
-PKK

Evet Başbakan’ın konuşmasından bende aynı şeyi anladım.
Peki şimdi soruyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin yürütmesinin başında kim var?
Başbakan Tayyip Erdoğan.
Peki Başbakan Tayyip Erdoğan’ın görevi ne?
Bu belediyeler hangi bakanlığa bağlı?
Belediyelerle ilgili yaptırımlar muhalefet partilerinin elinde mi?
Tabi ki hayır.

Başbakan Tayyip Erdoğan bu para nereye gitti diye sorma lüksüne sahip değildir.

Bu soruyu sorsa sorsa Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli sorar. Yüksekova belediyesinin aldığı 17 milyon lira nereye gitti? diye.

Böyle bir suistimal varsa Başbakan ne yapar?

Derhal bu belediye ile ilgili soruşturma açar ve söylediği doğru ise belediye başkanını görevden alır.

Türk Halkının beklediği başbakandan icraat yapmasıdır.

Yine Başbakan çıkıyor diyor ki;
- Benim partimin 100’den fazla seçim bürosu bombalandı molotoflandı. Bu Bize karşı yapılan bir yıldırma hareketidir.
Sayın Başbakan, bu kadar yer bombalanırken, moloflanırken size bağlı güvenlik ve istihbarat birimleri ne yapıyor?
Sizin bunları şikayet edip mağdur edebiyatı yapma gibi lüksünüz yok.

Bu ülkede vatandaşın, siyasi oluşumların, herkesin mal ve can güvenliğini, seçimin demokratik şartlar altında geçmesini sağlayacak güvenlik birimlerinin hepsi Başbakan Erdoğan’a bağlı. Sizin seçim bürolarını koruyacak başka güç yok.

Bugün Türkiye’de insanların yatak odaları gözetlenirken, iktidar partisinin seçim ofisleri bombalanırken, bazı partiler (Başbakan’ın deyimi ile) ülkenin bir bölümüne gidemezken bunun sorumlusu kim?
Böyle bir ülkede istikrar var diyebilir miyiz? Hangi istikrardan bahsedebiliriz.

Bu ülkede istikrarlı büyüyen tek birşey var.

O da BDP ve APO politikaları, Kürt ayrımcılığı...

İstikrar sürsün PKK büyüsün(!)