Her gün hastane yollarında -eğer özel oto ile gitmiyorsam- ortalama 4 saatim ulaşım araçlarında geçti. Bu süreç içerisinde gözlemlediğim kişilerin giyim-kuşamı ve cep telefonları hakkında görüşlerimi paylaşmak istedim.

İstanbul’da giyim konusunda dikkatimi çeken; ortalama 10 kişinin 8-9’u kot pantolon giyiyor. Ütülü ya da ütüsüz normal kumaş pantolon giyen 1-2 kişi zor çıkıyor.

Bu kot tutkusu nereden geliyor acaba? Üstelik kot bize özgü bir giysi türü de değil; aslı ABD’de eskiden sığır çobanlarının giydiği bir giysi. Bakım, fazla temizlik, ütü falan gerektirmemesi bir ayrıcalık olmalı. Bir de tabi ki fiyatı! Marka olanlar bile çok pahalı değil, sıra malı olanlar ise çok ucuza alınabiliyor.

Kot bir konum göstergesi de değil; erkeği-bayanı, genci-yaşlısı, işçisi-patronu herkes giyiyor. Bu bir avantaj olmalı. Üstüne de her şey giyilebiliyor; ceket-kravat, altına kot! Olmazsa olmazı ise altında spor ayakkabı!

Gözlemlediğim yüzlerce kişide standart giyim tarzı; bir spor ayakkabı; bağcıklı, renk renk olabiliyor. Kot pantolon; eskitilmiş, yırtıklı ve düşük belli olacak! Üzerine de resimli-yazılı tişört ya da gömlek. Bunu tamamlayan aksesuarların başında mutlaka cep telefonu ve vücudun değişik yerlerine yaptırılmış dövme (Tatoo) geliyor.

Özellikle taşlanarak renkleri açılmış kotlar çok tutuluyormuş. Bir de yeni kotların orasını-burasını yırtıp yıpratıyorlar! Yeni ve sağlam kot giyen azınlıkta!
Bu bana “Silikozis” denen ölümcül akciğer hastalığını anımsattı. Sendikasız-sigortasız hiçbir güvencesi olmadan kaçak çalıştırılan gencecik işçiler, kotların taşlanarak beyazlatılması, yani eski görünüm kazandırılması işinde bu hastalığa yakalanıyorlar. Onlarcası öldü, mahkemeler sürüyordu ama unutuldu gitti! Bir kez tutuldunuz mu geri dönüşü yok; sonuç ölüm!

İşte o kotları görünce benim aklıma da bu zavallı işçiler geldi! Medyada artık haber değerleri bile kalmadı.

Dövme (Tatoo) sanki her geçen gün daha da yaygınlaşıyor. Uzman ellerde ve orijinal boyalarla yapılmayan dövmelerin çok ciddi zararlar verdiğini okuyoruz. Ama dinleyen kim? Bulaşıcı bir salgın gibi her gün artıyor. Tabi dövme yaptıranlar da bunu gösterebilecek uygun giysiler giyiyor; ya da özellikle görülebilecek yerlerini “dövdürüyorlar”! Sanki dövme erkekler için düşünülmüş gibi ama çoğu kızda da gördüm.

Ve toplu taşıma araçlarında dikkatimi çeken bir konu da cep telefonu. 10 kişiden 10’unda da vardır mutlaka! Seyahat boyunca kullanan sayısı 8-9’u geçer. Sanki insanların kulaklarına telefon monte edilmiş gibi. Ya da ellerinin takip etmekte zorlanacağınız kadar hızlı ve ustalaşmış parmakları ile ha bire mesaj yazıyorlar! Bu kadar konuşacak ya da yazacak konuyu, zamanı –ve de parayı!- nereden bulurlar; şaşıyorum!

Ülkemizde sanırım (Cep Telefonu Sayısı/Nüfus Oranı) ile dünya ülkelerinin çoğunu sollar! Hatta kafaya oynar! İçmeye ayranı olmayanların mutlaka konuşmaya telefonu vardır. Tam bir telefon mezarlığı gibiyiz. Zaten teknoloji o kadar hızlı ilerliyor ki, elektronik aletler daha aldığımızda eskiyor, yeni modeli çıkmış oluyor. Eh; biz hep yenilikten yanayızdır, alıveririz, nasıl olsa kredi kartına 10 taksit, 3 ay sonra ödemeye başlıyorsun! Taksitleri kim ödüyorsa!

Yalnız -eğer modaya uymak ve hava atmak amaçlı değilse- bazı kişilerde kulaklık vardı. Yani cep telefonunu kulaklarından uzak tutarak sanırım sağlıklarını koruyorlardı; onları da kutlamak gerek!

Telefonun son model ya da kulaklıklı olmasına bir şey demiyorum da, tavırlar rahatsız edici! Bir toplu taşıma aracında oturmanın-kalkmanın, konuşmanın bir kuralı vardır. Kimseyi rahatsız etmemeye uğraşırsın. Metroda vagonlar bayağı büyük; 40-50 kişi sığar sanırım. Bir ara dalmışım; birden anlamadığım bir dilden bağıra-çağıra sesler yükseldi. Herkes gibi bende dönüp baktım; genç biri, kendinden geçmiş gibi, el-kol hareketleriyle destekleyerek biriyle telefonla konuşuyor! Adam camı açıp konuşsa karşısındaki duyacağından para ödemeyecek yani; başladı bitmez! Ben 5-6 dakika sonra indiğimde aynı hararetle konuşmasını sürdürüyordu! İşin garibi inanın kimsede bir tepki olmadı! Ben “şimdi herifi hırpalarlar” falan diye düşünürken genci-yaşlısı önüne döndü, ellerindeki telefonlarıyla ya konuşmayı, ya da mesaj çekmeyi sürdürdüler!

Bu kadar telefonla boğuşanı gördüm ama kitap ya da gazete okuyan 1-2 kişi zor gördüm! Bir turistti; diğeri de ben! Demek ki bizim gibi dinozorların dönemi çoktaaaaan bitmiş! Zaman teknoloji zamanı; sen zamana uymazsan zaman seni kendine uydururmuş!

Memlekete dönünce hemen taşlanmış, eskitilmiş, hatta yeterince eski değilse özellikle sağını-solunu yırtacağım bir kot pantolon almalıyım. Üzerinde ne yazdığını bilmediğim – zaten önemli de değil- rengârenk bir tişört uydurmalıyım. Vücudumun görünen yerlerine –iğneli değil!- boyama dövmeler yaptırıp saçları da vıcık vıcık jöleyle kabartmalıyım. Bu görüntüm ile kulaklıklı, yeni moda pahalı bir de telefon alıp “eller cepte” modunda, elimi-kolumu sallayarak ve de bağıra-çağıra sağa-sola telefon etsem; acaba çağa ayak uydurmuş olabilir miyim ve bana ne derler?

Kırkından sonra saz çalmak mı olur, yoksa modaya uymak mı? Doğrusu ben de çok merak ediyorum!