Siyasette son otuz yıldır bir çok insan geldi geçti.
Kimini dürüst, namuslu, nezaketli diye tanıdık, kimini hırsız, arsız, soyguncu, rantiyeci, pazarlamacı diye tanıdık.
Saydığımız sıfatların dışında da izah edilebilecek siyasetçi tarif etmekte mümkün.
Bunların içinden birisi vardı.
Hayatı boyunca nezaketi elden bırakmadı.
Sürekli sade yaşadı, maddi manevi her şeyini cömertçe etrafına sundu.
Parayla hiç işi olmadı, kimseden para istemedi.
Hiç kredi kartı kullanmadı, parası varsa harcadı, yoksa yutkundu oturdu.
Parasız kaldığında kolundaki saati, evindeki masayı sattı.
Mal varlığı hiç tartışma konusu olmadı.
Büyük dedesinden Suudi Arabistan'da bir arazi miras kaldı.
Türkiye hacılarının konaklaması şartıyla devlete bağışladı.
Antalya Kaş'ta küçük bir arsası vardı.
Yanan Gelibolu ormanlarının ağaçlandırma kampanyasına bağış yaptı.
Gölbaşı'nda küçük bir arsası vardı.
Köylüler kullandığı için hiç sesini çıkarmadı.
Tapusunu köylülere bıraktı.
1975 yılında Oran'da bir apartman dairesi satın aldı.
Ayda iki bin lira taksit ödedi.
Başbakanlık konutunda hiç oturmadı.
Başbakan olduğunda bir önceden gelen özel kalem müdürünü bile değiştirmedi.
Partiden aldığı odasında kullandığı kalemlerin bile parasını ödedi. (Buna bende şahidim).
Hiç kimsenin yatına binmedi.
Devletin örtülü ödeneğinden bavullarla para kaçırmadı.
Hiç kimse ona hırsız arsız soyguncu demedi, sevmeyenleri bile diyemedi.
12 Eylül'de tutuklu bulunduğu cezaevinde, yurt dışından gelen İngilizce mektuplarını cezaevinde tercüme edecek kimse bulamadılar.
Cezaevindeki albay çaresiz kalınca tutuklu olan ve başbakanlık yapmış kişinin İngilizce bildiği aklına geldi.
Sansür ve kontrolle vereceği mektupları sansür edeceği kişiye tercüme ettirdi ve mektupları ondan dinledikten sonra teslim etti.
Düşmanları bile onun dürüstlüğüne inandı ve güvendi.
Bu kişinin adı Bülent Ecevit'ti.
Fethullah Gülen'in ''Hayatı boyunca alnı secdeye varmadı ama güzel insandı'' dediği kişiydi.
Diğer tarafta,başka birisi hayatı boyunca para biriktirdi.
Liderlerin mal varlığı araştırma komisyonuna mal beyanı verdi.
Beyanını eksik verdiği yani yalan söylediği yeni anlaşıldı.
Beyanının dışında on iki milyon dolarlık bir yalı, bir kağıt fabrikası ve sayısız gayrimenkulü bildirmediği ortaya çıktı.
Burada mallarının listesini yazmayı düşündüm bir kaç sayfa tuttuğu için yazmaktan vazgeçtim.
Kendi yanında yıllarca çalıştığı bir arkadaşının beyanıyla, Bosna'da ve diğer Müslüman ülkelerde ezilen ve yok edilen Müslümanlar için toplanan parayı şahsi hesaplarında tuttuğu miras kavgasında ortaya çıktı.
En azından yalan söylediği ve Müslümanım diyen insanları kandırdığı ortaya çıktı.
Hayatı boyunca çocukları ve kendisi lüks içinde, zevk sefa içinde yaşadı.
Ayaklarını bile yanında koruma olan kişilere yıkattı.
Bu dünya fanidir, öteki dünyaya ne götüreceksiniz felsefesini sürekli işlediği halde kendisinin  tam tersini yaptığı ortaya çıktı.
Bu gün bütün basının ağız birliği etmişcesine söylediği gibi ''aldı mazlumun ahını şimdi çocuklarından çıkıyor aheste aheste'' dedirtti.
Hayatı buyunca İslamı ve Cihat kelimesini ağzından hiç düşürmedi.
Alnı secdeden hiç kalkmadı.
Sürekli İslamın emirlerini yerine getirdiğini söyledi, durdu.
İslamın ''nasıl gelirsen gel, kul hakkıyla gelme'' şiarını söyledi durdu.
Şimdi görüyoruz ki, söylemleriyle eylemleri hiçte aynı değilmiş.
Yani hülle yapıyormuş.
Bu kişinin adı ise Necmettin Erbakan.
Ey inananlar, ey İslam'ı savunuyor diye inanıp yıllarca oy verenler, elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin.
Bu iki insandan hangisi cennete gider, hangisi cehenneme?
Bunu ancak Allah bilir dediğinizi duyar gibiyim.
Genede siz bir düşünün, kim cenneti hak etmiştir diye?  

(Not: Kaynak Bilgi Ecevit Vakfı ve Erdal İzgi.)