Sorguluyorum!..

Sorguluyorum ve isyan ediyorum!..

Minicik bir yüreğin soğukta, yağmurda, güneşin altında üst geçitte kaldırımlarda arabaların arasında bir şeyler satmaya çalışırken görmeye da-ya-na-mı-yo-rum!..

Onları bu yaşta, bu şartlarda çalışmaya iten sebep ne?

Kim çalıştırıyor?

Annesi mi? Babası mı? Yoksa bir başkası mı?

Bu çocuklarımızın ellerinden oyuncaklarını, yüzlerinden gülümsemelerini kim çalıyor ?

Hikayeleri ne?

Yanlarına gidip soramıyorum. Utandırırım da mahzun yüreklerini incitirim diye korkuyorum.

Bunu onlara soramıyorum ama onların da bir çocuk olduğunu unutup hakir gören, hikayelerini bilmeden itip kakan, kınayan zihniyete bağırıyorum.

Siz kimsiniz?

Biz kimiz?

Cici, cici giydirip sinemalara, tiyatrolara, hamburgerciye götürdüğümüz prenseslerimizden, paşalarımızdan farkları ne?

Parkta oynayan bir çocuğun başını okşayıp, bu çocuklarımızı azarlayıp, hor gören zihniyet!

Size soruyorum.

Farkları ne?

Ellerinde mendil olması mı? Ayakkabılarının delik olması mı? Elbiselerinin eski olması mı? Ellerinin, yüzlerinin kirli olması mı?

Yoksa hepsi mi?

Hiçbiri diyen var mı aranızda?

Sorguluyorum. Sorguladıkça isyan ediyorum...

Bunu sorgulatan zihniyete isyan ediyorum...

Boyunları bükük, bakışları mahzun minik yürekleri merdiven köşelerinde insanların arasında ezilirken görmeye isyan ediyorum.

Üst geçitlerde ayakları çıplak, uyuklarken görmeye isyan ediyorum...

Arabaların önlerine atlayıp, yalvara, yalvara bir şeyler satmaya çalıştıklarını gördükçe isyan ediyorum...

Çocukluklarını yaşayamadan çalıştırılan, çalışmak zorunda kalan bu minicik yüreklerin birde toplum tarafından dışlandığını, ezildiğini gördükçe insanlığımdan utanıyorum!..

Utanıyorum ve kabul etmiyorum…

Utanması gereken kişi yalnızca ben değilim...

Dışlayarak, reddederek, aşağılayarak, değersizleştirdiğimiz sahip çıkmayarak suça teşvik ettiğimiz bu çocuklarımız için haydi hep birlikte utanalım kendimizden!..

Bir yara bandı, bir kağıt peçete...

Çıktı okulundan sırtında çantası, üzerinde önlüğüyle...

Sonra çıkarttı önlüğünü, koydu çantasına hemence...

Kalabalık bir caddenin, oturdu bir köşesine…

Çıkardı poşetindekileri tek, tek dikkatlice...

Artık vardı bir elinde yara bandı, diğer elinde kağıt peçete...

Satıp gitmekti isteği, çok geç olmadan evine...

Hava soğuktu. Üşümüştü o küçük elleri...
Öyle zayıf, öyle yorgundu ki minicik bedeni...

Belli ki mecburdu çalışmaya, vardı bir çok sebebi...

Mahzun, mahzun bakıyordu etrafa o simsiyah gözleri...

Dikkatini çekti sonra, uzaktan bir baba ile bir oğul;

Tutuşmuşlardı el ele, geliyorlardı pek neşeli...

Seyretti onları bir süre, yüzünde tatlı bir tebessümle...

Zira onların bu halleri, gelmişti ona pek sevimli...

Yaklaştılar sonra azaldı aralarındaki mesafe...

Koşarak gitti yanlarına, kocaman bir gülücükle...

Bazen şefkat isterdi, çocuk yüreği sadece...

Bahanesi olurdu elindeki yara bandı ile kağıt peçete...

Uzattı elindekilerini, dikti gözlerini gülen gözlere...

Neşeli adam somurttu çocuğu görünce birden...

Mağrur, kibirli bir bakışla dedi;

''İstemeyiz çekil git önümüzden hemen!''

Yaralanmıştı o minicik yüreği, bu sözlere...

Anlam veremedi masum duyguları bu harekete...

Doldu gözleri, akıverdi iki damla yaşı gizlice....

Bakakaldı arkalarından, nemli gözleriyle öylece...

Ah! Kim bilir bir yetimdi belki de...

Temizlendi kirlenmiş yanağı, gözlerindeki yaşı silerken...

Peki ya o? Nasıl arınacaktı taşlaşmış kalbinin manevi kirinden ?