17 Ağustos 1999 körfez depremiyle birlikte Türkiye inşaat sektörü ve bu sektöre yön veren mühendis ve mimarlar ''Biz nerede hata yaptık''diyerek kendilerini sorgulamaya başladılar.

Bunun sonucunda yaklaşık 13 yılda istenilen olmasa bile, azımsanamayacak mesafeler alındı.

En azından insanı öldürenin deprem değil, kötü yapılan binalar olduğunu öğrendiler.

Bu süre içinde duyarlılıklar arttı.

Eskiden ''Bize bir şey olmaz'' yaklaşımı ve kaderci bir yaklaşım egemenken, doğanın afetinin din, dil, ırk, küçük, büyük ayrımı yapmadan herkesi öldürdüğünü anlamış oldular.

Depremin adaletli olduğu ve hiç kimseye ayrımcılık, iltimas, kayırma yapmadığını, vicdanla cüzdan arasında sıkışmayacağını öğrenmiş oldular.

Bütün bunların sonucunda ustalar, kalfalar, mühendisler, mimarlar ''Sağlam bina nasıl yapılır'' konusunda kafa yormaya başladılar.

Sağlam olmayan binalara çıkar karşılığı ''sağlamdır'' raporu vermenin cinayet olduğunu anladılar.

Hatta cinayetten de öte, katliam olduğunu anladılar.

Çünkü verilen sağlam raporu sonucunda bir kişi ölmüyor, yüzlerce kişi ölüyordu.

Buna rağmen nasıl ki para karşılığı tetikçilik yapan ve adam öldüren vicdansızlar varsa, rapor karşılığı insanların ölümüne neden olmanın aynı şey olduğunu anlamış oldular.

İnşaatta her türlü imalat, büyük bir titizlik içinde yapılmaya başladı.

Eskiden, doktorun hasta karnında makas unutması gibi, kolonların içinde tahta parçası unutan ve tahta içeride kolon betonu dökenler mevcuttu.

Şimdi ise, kolonların içinde en küçük parçalar kalmasın diye elektrikli süpürgeyle kolon içleri süpürülmektedir.

Döşeme demirleri yapıldığında, üstte çalışan pilyelerin tepesinde dans eden işçiler vardı.

Bütün pilyelerin eğilerek düz demir gibi çalışmasına sebep oluyorlardı.

Bundan dolayı üstte çalışması gereken demirlerin altta çalışması yüzünden balkon çökmeleri ve döşemelerin eğilmesi ve sehim yapmasına şahit oluyorduk.

Eskiden ustanın baret ve emniyet kemeri takmasını sağlamak mümkün değildi.

Şimdiyse özellikle ciddi firmalar bu tür işçi güvenliğinin gerektirdiği tedbirleri alıyorlar.

İş kazaları konusunda daha duyarlı bir ortam oluşsa da hala batı ülkelerin güvenlik istatistiklerine yaklaşmış değiliz.

İnşaattan daire alan vatandaşta bilinçlendi.

Eskiden binaya giren daire alıcısı cicili bicili dış cephelere ve mutfak banyo tefrişine ve fayanslarına bakarak daire alırken, şimdilerde ''Bina sağlam mı? ''diye sorgulamaya başladı.

Bundan dolayı yani deprem ve bina bilincinin gelişmesi sonucunda artık yeni binalar ve yeni projeler daha kolay satılmaya başladı.

Bazı ilçelerde eski binalarda daire fiyatı yüz elli bin lirayken, hemen yanında yapılan yeni binada aynı büyüklükteki daire üç yüz bin liraya satılabilmektedir.

Bazı ilçelerde apartmanda oturan daire sahibi kişiler, imar planı aynı kalmak kaydıyla ve aynı daire sayısı korunarak eski binayı yıkıp yeni bina yapmaya başladılar.

Bu durum inşaat sektöründe aydınlanmadır, uyanıştır.

Vatandaş artık enkaz altında kalmak istemiyor.

Ömrünü sağlıklı ve sağlam binalarda geçirmek istiyor.

Bu bilinç patlaması inşaat sektörünün de patlamasında önemli etkenlerden birisi olmuştur.

Önemli eksiklerden birisi, piyasa disiplinsiz plansız arz talebe ve serbest piyasanın acımasız kolları arasına bırakılmıştır.

''İstanbul da yıllık kaç konuta ihtiyaç varsa o kadar konut yapılmalıdır'' yerini ''Herkes istediği kadar bina ve daire yapabilir'' yaklaşımına teslim edilmiştir.

Bu vahşi ve acımasız yarışta bir çok kişinin canı yanacaktır.

Yani ''Ölen ölür, kalan sağlar bize yeter'' yaklaşımı piyasaya egemendir.

Bu durumun önündeki yasal engellerin kaldırılması çalışması ve gayreti olduğunu görüyoruz.

Bu başarıldığı taktirde inşaat sektöründeki hareketlilik, bin beş yüze yakın inşaat malzemesi sektörününde canlanması demek olacaktır.

Bu durumun önündeki yasal engeller mutlaka kaldırılmalıdır.

''Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkındaki kanun'' önemli bazı engelleri aşmış olmasına rağmen, hala vatandaşın kafası karışıktır,hala eksikler devam etmektedir.

Bu karışıklığı gidermek için daha yoğun çalışmalar yapılmalı.

Bu konuyla ilgili bilgilendirme kitapçıkları ve broşürleri yapılarak halka dağıtılmalıdır.

Bu iş başlamıştır.

Hızla kötü binaları yıkarak, sağlam binalar yapmak zorundayız.

Biz bunu başaramazsak, en fazla yirmi yıl içinde adaletinden hiç şüphemiz olmayan deprem, bu binaları yıkacak ve ölümü herkese eşit bir şekilde dağıtacaktır.

Haydi el ele verelim İstanbul'u yıkalım.

Çünkü İstanbul yıkıldıkça güzelleşecek ve insanlar bu yıkımın içinden çıkacak yeni şehirlerde daha mutlu daha şehirli ve kentli gibi yaşayacaktır.