Karneleri dağıttıktan sonra sınıfı hızlıca boşaltan çocukların ardından bir müddet mahzun mahzun baktı.

Kravatını gevşetti, çantasını topladı, sınıfa gelişi güzel bir bakış atıp dışarı çıktı.

Bahçede bazı çocuklar birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Çocukları eve gelene kadar sabredemeyen velileler okul kapısını neredeyse tıkamışlardı.

Kimisi bir sevinç çığlığıyla çocuğunu kucağına alıyordu, kimi fal taşı kadar açılmış gözlerle çocuğunun karnesini inceliyordu.

Serin bir rüzgar yanağını yalayınca Şevket içine daldığı hülyadan uyanır gibi oldu. Ağır adımlarla arabasına doğru ilerledi.

Çevrede denk geldiği bir kaç tanıdık veliyle selamlaştı. Otomatik kilitleri açtıktan sonra paltosunu toplayıp arabaya yerleşti. 
Yarıyıl tatili başlamıştı artık. Az evvel gevşettiği kravatını şimdi hepten çıkarıp sağ taraftaki koltuğa fırlattı. Peki ne yapacaktı, on beş gün boyunca?

Aklına türlü türlü fikirler geliyordu. Anne babasının yanına gidebilirdi, eş dost ziyaretleri yapabilirdi.

Belki kısa bir Uludağ gezisi düzenleyebilirdi. Aslında on beş gün boyunca iyi bir diyet ve sağlam bir spor programı ile biraz kilo verebilirdi.

En azından sabahları evlerinin yakınında bulunan yüzme havuzuna gidebilirdi. Kafasındaki bu düşünceleri bir programa oturtmaya çalışırken aniden gelen bir pat sesi ve takırtı ile irkildi Şevket.

Hemen frene basıp arabayı sağ tarafa çekti. Aşağa indiğinde gördüğü karşısında hem sinirlendi hem şaşırdı. Ön sağ teker patlamıştı. İçinden lanetler savurdu.

Hava serindi ve hafiften yağıyordu. Yapacak bir şey yoktu, kendi kendine söylenerek bagaja doğru ilerledi. Yedek lastiği alarak patlak lastiği değiştirmeye koyuldu.

Bu sırada yağmur hepten arttı. Bir an evvel lastiği değiştirerek arabasına geri bindi. Koltuğuna kurulduğu anda sert bir şekilde hapşırdı. Aman Allah’ım dilerim tatili hastalığa kurban etmem diye dua etti içinden. Tekrar arabasını çalıştırarak kaldığı yerden yoluna devam etti. 
Eve geldiğinde eşi Serpil Hanım karşıladı onu. Mutfaktan leziz yemek kokuları geliyordu. Anlaşılan Serpil Hanım yine maharetli elleriyle tabiri caizse döktürmüştü. Yatak odasına geçti. Üstünü çıkartıp eşorfman takımlarını giydi. Zaten ne zaman tatil olsa öncelikle eşorfmanlarını bir giyer, tatilin sonunda anca çıkartırdı. Mutfağa geçti.

Tahmininde yanılmamıştı. Serpil Hanım mercimek çorbasından orman kebabına, pilavından cacığına, tatlısından salatasına masayı donaltmıştı.

Aslında bu yemek Serpil Hanım’ın Şevket Bey’ e bir nevi tatil hediyesiydi.  Yemeğinin son lokmasını elinde kalan son ekmek parçasıyla midesine gönderdikten sonra Şevket Bey vücudunda bir ağırlık hissetmeye başladı. Günün yorgunluğu diye düşündü. 
Yemek faslı bitmiş ailecek televizyonun karşısına kurulmuşlardı. Çaylarını yudumlarlarken günün haberlerini izlediler. Çerezlerin yanında takip ettikleri diziyi seyre koyuldular. Sonra gecenin ilerleyen saatlerinde herkes yatak odasına doğru çekilmeye başladı. Şevket Bey yastığa başını koyduğu sırada hafiften burnunun tıkandığını hissetti. Tekrardan korkmaya başladı. Sakın tatili hastalığa kurban etmeseydi! Dualar ederek gözlerini kapattı ve uykuya daldı.
Sabah olmuştu. Ölü bir güneş ellerini üzerinde dolaşıyordu. Serpil Hanım çoktan kalkmış tatil demeden erkenden kahvaltıyı hazırlamaya koyulmuştu. Şevket Bey, önce burnundan bir nefes almaya çalıştı alamadı. Burnu hepten tıkanmıştı. Sonra bir kaç kez daha zorladı ama başarılı olamadı. Yutkunurken boğazında bir daralma ve acıma hissetti. Daha ayağa bile kalkmadan ilk öksürüyü de ağzından kaçırınca düştüğü durumun vehametini tamamen kavradı. Evet hasta olmuştu. En korktuğu şey başına gelmişti. Şevket Bey kolay kolay hasta olmaz ama bir kere hasta oldumu da kolay kolay iyileşemezdi. Sanki vücudunun üstünden bir buldozer geçmiş gibiydi. Kolları, ayakları, bacakları tüm uzuvları ağrıyordu. Yataktan kalkamıyordu. Serpi Hanım içeri girip onun bu halini görünce biraz şaşkın şaşkın onu izledi. Sonra hemen mutfağa gidip nane limon kaynatmaya başladı. 
Şevket Bey’in tatil için kurduğu bütün hayaller şimdi un ufak bir hale gelmişti. Onların yerine sabah akşam üç öğün nane limon, ıhlamur, sıcak süt ve bal karışımı vardı. Battaniye sıkıca sarılacak, terleyene kadar yatacak, terleyince üstünü değiştirip tekrar aynı döngüye başlayacaktı. Belki parka bahçeye gezmeye giderim diye düşünüyordu ama şimdi ancak camdan dışarıya kısa kısa bakışlar atabiliyordu. Öksürdükçe ciğerinde bir şeylerin yandığını hissediyordu. Yok, yok tatili hastalığa hibe etmişti işte. Kaçacak bir yer kalmamıştı. 
Bari bir iki gün bir şeyler yapabilseydi. Hiç yoktan anne babasını ziyaret etseydi. Nasip. Neye niyet, neymiş kısmet.