Modern dünyada aşısı olmayan yeni bir hastalık gibi, “Yeni Kölelik”.

“Küresel Ekonomide Yeni Kölelik” alt başlığıyla Kevin Bales’in Çitlembik Yayınları’ndan çıkan “Kullanılıp Atılanlar” , sarsıcı muhtevasından evvel kapağındaki fotoğrafla allak bullak ediyor okuru. Zira kitabın ilk sayfalarını çevirmeye başladığınızda; kapakta yer alan, kendisine namlu doğrultan askere baş kaldıran pejmürde, siyahî kölenin Kökler filminden bir sahneden alıntı olmadığını, Kunta Kinte’lerin hala yaşamakta olduğumuz “Modern-Leş-miş” Dünya’da var olduğunu yüzümüze vuran bilgilerle karşılaşıyoruz. Fotoğraf, daha 1998 yılında, Brezilya’nın Altın Madenleri’nde çekilmiş. Olaylara vakıf olanlarımız için bile bu realiteyi hazmetmek hayli zaman alıyor. Sosyolog yazar, kitapta, Dünya üzerinde en az 25 milyon "modern köle" olduğunu iddia ediyor. Ki bu, köle gibi, sigortasız çalıştırılan işçilerin dâhil edilmediği bir istatistik.

Kullanılıp Atılanlar; 7 ana başlık üzerinden ilerliyor. “Yeni Kölelik” tanımından sonra yazar, bizzat yerinde gözlemlediklerini paylaşmaya Tayland’daki Çocuk Simsarlarının, seks tacirlerinin yanına uğruyor ilkin, Moritanya’nın Unutulmayan Geçmiş Zamanlarına, Brezilya’nın Sınırdaki Hayatlarına, Pakistan’da borçları yüzünden suistimal edilip yıllar ve hatta nesiller boyunca köle olarak çalıştırılan, tuğla fırınlarında zincirlenen ailelerin, çocukların dramına, Bir Köle Ne Zaman Köle Değildir? sorusunu yönelterek değiniyor. Sonra, Hindistan’daki benzer insanlık dışı uygulamaları irdeleyip nihayet Ne Yapılabilir? sorusuna cevaplar arıyor, gözlemleri ışığındaki sesli düşünceleriyle. Son söz olarak da; “Köleliğe Son Vermek İçin Yapabileceğimiz 5 Şey” konu başlığında daha sistematik bir yol haritası çiziyor, duyarlı okurların şahsında insanlığın vicdanına seslenmeye çalışarak. Ek olarak; Araştırma Yöntemleri Üzerine Bir Not, Uluslararası Antlaşmalardan Kölelikle İlgili Alıntılar ve Kaynakça bölümü ile kitap bilincimize kazandırdığı sahici ve gerekli bir sancıyı geride bırakarak nihayete eriyor.

"Afrika’dan Brezilya’ya çok sayıda köle aktarıldı. Afrika’daki birçok kabileyi yok eden mikropları da Avrupalılar oraya taşımışlardı. Sözünü ettiğimiz rakam, zamanında Amerika’ya götürülen Afrikalı köle sayısının 10 katıydı; bu da yaklaşık 10 milyon insan yapıyor. Fakat şeker plantasyonlarında ölüm oranı çok yüksek olduğundan, Brezilya’daki köle sayısı hiçbir zaman Amerika’daki köle sayısının yarısını aşamadı." (sf:135)

Artık, yazarın da değindiği üzere, Yeni Dünya Düzeni’nde bahsi geçen kölelik için ırk sözcüğü fazla bir anlam ifade etmiyor. Geçmişte, ırksal ve etnik farklılıklar köleliğin varlığını açıklamak, hatta ötekileştirmeye birer sebep olarak gösterilerek, bu durumu mazur göstermek için kullanılabiliyordu. Örneğin; Amerika’nın kurucuları, bu “özgürlükler ülkesinin” neden sadece beyazlara mahsus olduğunu açıklayabilmek için ahlaki, siyasi, dille ilgili birçok gerçeği saptırmak zorunda kalmışlardı. Bir nevi zulümlerinin çarpık felsefesini, mantığını ırk-üstünlük ayrımı üzerine inşa etmişlerdi. Fakat günümüzde bu kriter hususiyetini kaybetmiştir. Artık Küresel Ekonomi yoluyla doğrudan kendi yaşamlarımız üzerinden yaydığımız bir kölelik salgınıyla karşı karşıya kalmış bulunmaktayız. “Kölelerin diğerlerine göre konumunu belirleyen fikrilerin özgürleşip geçerliliğini yitirmesiyle, modern köle sahipleri de kölelerini seçmek için başka kriterler kullanmaya başladılar../..O yüzden bugün asıl olan, o insanların “ten renklerinin köle olmaya ne kadar uygun olduğu” değil, aslında “ne kadar savunmasız oldukları”. “Diyelim bir şey oldu ve dünyanın bütün solakları birden sağ ellerinin kullananlara muhtaç duruma düştü, hemen bu fırsattan istifade edecek köle sahipleri çıkacaktır emin olun.” diyor Kevin Bales.

Eski köleliğin yerini yenisinin almasından yana da 2 ana unsur ileri sürülüyor kitapta. “Birincisi; İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya nüfusunun gösterdiği dramatik artış. 1945 yılından bu yana 2 milyardan, 5,7 milyarın üzerine çıkan dünya nüfusu neredeyse üçe katlanmış durumda. Özellikle köleliğin kültürlerinin bir parçası olduğu ya da bir biçimde hala yaşatıldığı yerlerde, nüfus patlaması potansiyel kölelerin arzını arttırıcı ve fiyatlarını düşürücü etki yapıyor.

İkinci önemli unsur ise nüfus patlamasıyla eş zamanlı olarak, bu ülkelerde sosyal ve ekonomik değişikliklerin çok hızlı yaşanması. Gelişmekte olan ülkelerde modernleşme, seçkin sınıfa muazzam servetler kazandırırken, çoğunluğu oluşturan yoksul kesimin sefaletini daha da arttırdı ya da en azından yoksulluklarının sürmesine zemin oluşturdu.” (sf:19) Ayrıca eskisi gibi belgelerle sahiplenilemeyen dolayısıyla ispatlanması daha da zorlaşan bir kölelik söz konusu günümüzde.

"Kullanılıp Atılanlar"; yeni köleliğin biçimlerine, farklı kültürlerdeki tezahürlerine hayli teferruatlı şekilde yer vermekte. Tayland’da devlet zoruyla, hepimizce tanınan şirketlerin de ortaklığıyla boru hattı projesinde çalıştırılan yaşlılar, hamile kadınlar, çocuklar da dahil olmak üzere binlerce insanın, silah zoruyla toprakları temizleyip, boru hattına paralel bir demir yolu inşa etmeye zorlandığından haberdar oluyoruz, mesela. Yazar, Güneydoğu Gana, Togo, Benin ve Güneybatı Nijerya’da aileleri tarafından -çok işlevsel- köle olarak o bölgenin putperest rahiplerine, aile fertlerinin işlediği günahlarının kefareti olarak verilen kız çocuklarına değiniyor, bu konuya tahsis ettiği bir bölümde. Yine bugün, Amerika’da bazı tarım işçilerinin kışlalara kilitlenip, silahlı muhafızların gözetiminde tarlalarda çalıştırıldığı gerçeğini, Londra’da ev işlerinde çalıştırılan bine yakın kölenin varlığından yine bu kitap vesilesiyle haberdar oluyoruz. Göçmen memurları tarafından onaylanan iş sözleşmeleri de paravan olarak kullanılıyor bu zulme. Bir başka hayretengiz örnekse; bir kısım Budist öğretiyle kız çocuklarına, önceki hayatlarında çok günahkâr oldukları için bu dünyaya kadın olarak yeniden geldiklerine inandırılıp, günahlarına kefaret olarak kadın tacirlerine aileleri tarafından eskilerde borçlarını ödemek için şimdilerde ise televizyon ve benzeri teknolojik eşyalar satın almak için bir ömür boyunca köle olarak satıldığı gerçeği ve bu sistemin işleyiş ayrıntılarına dair bölümler insanı hayli sarsmakta.

“...Bu tüketim patlamasının maliyeti ise ancak eldeki eski para kaynağıyla, bu süreçte özellikle kazançlı bir hale gelen kız çocuklarının satışıyla karşılanabilirdi../..Ancak birçok bölgede aileler sonradan fark ediyorlar ki kızları evde işçi olarak kaslaydı da onların satıştan aldıkları para kadarını kazandırabilirdi../..Şuanda aileler yirmi yıl önce adını bile duymadıkları tüketim mallarını satın almak için büyük bir baskı hissediyorlar üzerlerinde; bir kızlarını simsarlara satsalar yeni bir televizyon parasını haydi haydi çıkartabiliyorlar. Kısa bir süre önce farklı kuzey bölgelerinde yapılan bir araştırma, kızlarını satışa çıkaran ailelerin üçte ikisinin aslında satmaya gerçekten mecbur olmadıklarını, ama onları “renkli televizyon ve video almayı tercih ettiklerini” ortaya koyuyor.” (sf:49)

“Sonuç olarak modern köle sahibinin yaptığı bir suç olarak değil de, tarafsız kapitalizmin mükemmel bir örneği olarak değerlendiriliyor../..Günümüzün Tayland’ında kölenin sahibiyle ilişkisi -uzaktan kumandalı kapitalizm-in tipik bir modeli../..Borsaya para koyan yatırımcıların gözü kardan başka bir şey görmüyor, föylerinde kara para mayını üreten bir payın mı hissesi var, işkence aletleri üreten bir başkasının mı, umurlarında değil!” (sf:61)

Günümüzde köleliğin eskiye nazaran kültürel biçimleri aşıp, kendine küresel biçimler bulduğunu vurgulayan kitabın omurgası; her etnik ayrım iddiasının altında ekonomik eşitsizlik gerçeğinin yattığı üzerine inşa ediliyor aslında. Zaten bir noktadan sonra işçi bir vatandaş olarak ölmüş; bir köle olarak doğmuş oluyor bu kapitalist sistemde. Farkındalığımızı arttırmaktan ve sorumluluk ahlakımızı bileylemekten yana “Kullanılıp Atılanlar” hayli sağlam, kolay hazmedilemeyecek argümanlar sunması sebebiyle dikkate değer bir kitap olarak okurla buluşmayı bekliyor.