Öğretmenlik hikayeniz nerede başlıyor?
- Babam kanal bekçisiyken yüzme öğrendiğimde herkese öğretmek istiyordum. O zamanlardan öğretmenin, öğretmenliğin benim için en uygun meslek olduğuna karar verdim. İlk tayinim 1987’de Mardin Dargeçit’e çıkınca bile hevesim kırılmadı. O sıra PKK öğretmen asmalarına başlamıştı. Sadece benim bölgemde 150 öğretmen öldürüldü. Arkadaşlarımı boynunda iplerle morgda gördüm. Saldırı olacak diye bizi görev yaptığımız köylerden, mayına basmadan gelebilmemiz için helikopterlerle taşıdıklarında bile öğretmenlikten vazgeçmeyi bir an düşünmedim. Sonra eş durumundan Manisa’ya döndüm.

Ben farklı bir öğretmenim diyorsunuz. Küpenizden başka nedir sizin farkınız?
- Ben sınıfıma kapıyı çalarak girerim. Okul müdürümün kapısını çalarak giriyorsam, öğrencilerim de bu saygıyı hak ediyor. Onlarla önümü ilikleyerek konuşurum. Bir öğrencime tokat atıyorsam, onun da bana tokat atma hakkı vardır. Çünkü orada bir insan eşitliği söz konusu. Bakkala bile gitsem mutlaka elimde bir kitap taşırım. Bir kişi merak edip, “Nedir bu kitap” diye sorsa, merakını tetiklediğim için mutlu olurum. Okul bahçemde çöp toplarım. Her sabah andımız okunurken elimde ‘Yerlere çöp atmayın’ dövizini taşırım. Sigara yasaklarından önce okulda içilen sigaradan çok rahatsızdım. Bir gün iş bırakma eylemi yaptım ve beyaz kefen giyerek protesto ettim. O zaman da beni açığa almak istediler ama valilik çevreci eylem olduğu için affetti. Hamile bir kadın gibiyim, beynimdeki düşünceler sancı yapıyor.
Peki küpe krizi nasıl başladı?
- Bir gün öğrencilerimle, toplum içinde ne kadar özgürüz onu tartışıyorduk. Biri kırmızı, diğeri mavi ayakkabıyla gezebilir miyiz? Saçımızı civciv sarısına boyatabilir miyiz? gibi sorular soruyor, özgürlüklerden ve farklılıklardan bahsediyorduk. Bir öğrencim “Mesela siz küpe takmaya cesaret edebilir misiniz?” diye sordu. Ertesi gün mıknatıslı bir küpe alıp taktım. Bunu da İstanbul ya da Ankara’da değil, Manisa’nın varoşunda yaptım. Uzaydan gelmiş gibi baktılar. Öğrencilerim inanamadılar ama söylemlerimin arkasında durduğum için tebrik ettiler. Şaşkınlıklarının dışında olumsuz hiçbir şeyle karşılaşmadım. İnsanların gözü alışınca da gittim kulağımı deldirttim. Çok sevdim küpe takmayı.

Kulağınızda iki delik var. Bir tane sizi kesmedi mi?
- Aslında beş delik vardı. Ama hepsine küpe takamadığım için zamanla kapandı. Amacım güneşin yedi renginde küpe takabilmek için yedi delik deldirmekti. Küresel ısınmayla ilgili yürüyüşlerim araya girince beşte kaldım. Küresel ısınmaya karşı Hakkari’ye yürüdüğümde kulağımda beş renk küpe vardı. Ama okulda tabii ki sadece bir tane ve küçücük bir küpe takıyorum.

BEN TAKAMIYORSAM İKİ MİLYON KADIN MEMUR DA TAKAMAZ

Ve siz güneşin renklerini göreyim derken, dünyanın kaç bucak olduğunu gördünüz?
- Manisa’da en çok atık pil toplayan okula ödül veriliyordu. Bizim okul alacaktı. Vali Bey, bize doğru gelirken birden durdu ve geri döndü. Bir saat sonra okula bir telefon geldi, “Vali, küpeni çıkarmanı istiyor” dediler. “Çıkarmayacağım, seviyorum. Sadece eşim karışabilir” dedim ve kılık kıyafet yönetmeliğine uymadığım için peş peşe uyarı cezaları yağmaya başladı. Şu an hâlâ maaşımdan her ay 66 lira kesiyorlar. Hepsine itiraz ettim ama kabul edilmedi. Sadece bu da değil, sürekli, “Bir öğretmene hiç yakışıyor mu, dur bakayım kaç küpen var” diyerek başkalarının önünde rencide edildim.

Hangi kanuna dayanarak bu cezalar verildi?
- İlköğretim Kanunu’nunda ‘küpe takılamaz’ diye bir şey yok ama Devlet Memurluğu Kanunu’nda var. ‘Personel, Atatürk rozetinden başka bir takı takamaz’ diyor. ‘Kadın ya da erkek takamaz’ diye ayırmıyor. O zaman iki milyon kadın memur da takamaz. Bunun üzerine, Milli Eğitim’e “Ben bu suçu işliyorsam, iki milyon kadın memur da işliyor” deyip şikayette bulundum. Dikkate alamayacaklarını söylediler. Kadınların yararlandığı bu haktan ben de yararlanmak istiyorum.

Herhangi siyasi ya da dini simge taşıyan bir küpe taktınız mı?
- Hayır efendim, sokaktan aldığım, bir milim çapında iki liralık dümdüz bir küpe. Benim küpe takmamın arkasında hiçbir siyasi, dini ya da felsefi neden yok. Küpemin arkasında, öküzün altında buzağı aranacak bir durum yok. Bir boykot ya da protesto amaçlı yapmıyorum. Küpeyi seviyorum ve kendimi böyle daha özgür hissediyorum. İki liralık küpe yüzünden, idam fermanımı hazırlandı resmen.

Bütün bu olan bitenlere eşiniz ve oğlunuz ne diyor?
- Eşim emekliliğime iki yıl kala meslekten atılırım diye korkuyor ve “Türkiye’yi sen mi kurtaracaksın?” diyor. Beni vazgeçirmek için kaç kere evi terk etti. Oğlum, “Ben asla küpe takmam, veli toplantılarına sen gelme” diyor. Bir sabah eşim oğlumla birlikte üstüme çullanıp küpemi çıkarmak istedi, kendimi sokağa zor attım. Ne devlet, ne ailem beni bu konuda durduramaz. Çünkü ben doğru olanı yapıyorum.

Peki ya öğrencileriniz, velileriniz?
- Hiçbiri rahatsız değil. Bugüne kadar ne bir öğrencimden, ne bir velimden, “Hocam sen yapıyorsun” lafını duymadım. Benim küpemden sadece devlet rahatsız. Hukuki yollardan her türlü hakkımı arayacağım. Gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gideceğim. Türkiye’nin bu kadar abesle iştigal bir konuyla uğraştığını görünce herhalde çok güleceklerdir. Beni daha kötü günlerin beklediğini biliyorum ama kararlıyım, Don Kişot ya da Deli Dumrul gibi yola çıktım. Bu çağda bir milimetre çapındami bir küpeye takılmak vahim bir hata. Madem özgürlükler ülkesiyiz, madem mahalle baskısı yapılmıyor ben de küpe açılımı istiyorum.

İKİNCİ MANİSA TARZANI’NIN FARKI SADECE KÜPESİNDE DEĞİL

* 90’lı yılların sonunda Greenpeace ve Tema gibi çevre örgütleri dikkatimi çekti. O sıra Manisa Tarzanı’nın yaşantısını da incelemeye başladım. Neden Tarzan’lar çoğalmıyor, neden çevre faaliyetleri yapılmıyor dedim ve ikinci Manisa Tarzanı oldum. Öğrencilerimle atık kağıtları değerlendirmeye öncülük yaptım. Sonra 500 bin atık pil toplayacağım diye yola koyuldum.
* Bir atık pil, bir metrekare alanda hiçbir canlının yaşamasına izin vermiyor, yeraltı sularına kanserojen madde karışmasına neden oluyor. Ben bu kampanyayı yaparken, belediye devreye girip, “Sen artık yapma, biz devam ettiririz” dedi. Bir gün fotoğrafçıya gidip atık pilleri almak istedim, “Az önce iki zabıta buradaydı, bundan sonra sana pil veremeyeceğim” dedi. Devam ettim. Pil getiren her çocuğa bir şeker veriyordum. 500 bin pil topladım. Her ay maaşımın yarısını şekere yatırdım.
* Manisa’nın dağına taşına ağaç diktim. O fidanlar değil ama onları korumak için kafes yaptırmak benim için büyük maliyetti. İyi kötü bir Şahin arabam vardı, ağaçları koruyabilmek için arabamı sattım. Ama bu kez, arabasız o dağa taşa diktiğim ağaçları sulamaya gidemedim. Diktiğim 450’ye yakın ağacın hepsine öğrencilerimin adını verdim.
* Sigara içen biriyle dost olmak istemiyorum. Çünkü sigara içen tanıdığım herkes yere izmaritini atıyor. Alkole karşıyım. Okuttuğum bölgede çocuklar bir kuru ekmeğe muhtaç. Alkole verilecek paranın, yoksul çocuklara kalem kitap parası olmasını istiyorum.
* Okulun koridorlarında ginepig, maymun, tavşan besledim. Çünkü çocukların hayvan sevgisi artsın istiyorum. Ben sınıfımda ders anlatırken, ortalıkta hep tavşan dolanır mesela.
* Küresel ısınmaya karşı tepki göstermek istedim. 2008 yılında Manisa’dan Ankara’ya 23 günde, ertesi yıl, Manisa’dan Edirne’ye bir ayda yürüdüm. Üçüncü durak Hakkari’yi seçtim. İki bin kilometreyi iki ayda yürüdüm. Elimde ‘Küresel ısınmayı durdurun’ dövizi taşıdım. Önceleri dövizin sadece ön tarafında yazı vardı. Ama kamyon şoförleri “Abi ne yazdığını okumak için kaza yapacağız, şunun arkasına da yaz” dediler arkasına da yazdım. Ailem bana kızdığı için bu yürüyüşlere giderken uğurlamadı, dönene kadar da aramadı. Ama ne yapsalar, dünyanın geleceği söz konusuysa yolumdan dönmeyeceğim.