6 Mayıs'ta yayınlanan sayısında Türkiye ekonomisinin aşırı ısındığını ve acilen önlem alınması gerektiğini belirten Economist, bu kez Başbakan Erdoğan hakkında çok sert bir yazı kaleme aldı.

AKP’nin kurulduğu günden bu yana yaptığı başaraları anlatarak başlayan makale, ikinci kısımda ise Recep Tayyip Erdoğan’ın yargı, ordu ve basının denetim mekanizmalarını kırdığını, öz denetimden yoksun Erdoğan ve partisinin Türkiye demokrasisine zarar verdiğini ileri sürdü. Economist 12 Haziran'da seçimleri kazanma ihtimali bulunan Erdoğan hükümetinin seçimden galip çıkması halinde Çin'deki gibi otokratik bir yapıya dönüşürek toplumu tamamen baskı altına alacağını iddia etti. Yazıda önerilen çözüm ise, seçmenin muhalefet partilerine yönelerek bu gidişi durdurabileceği ifade ediliyor.



BAĞIŞ'TAN SERT TEPKİ: Deli saçması

The Economist'te yayınlanan yazıya Twitter üzerinden yanıt veren Başbakan Yardımcısı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, makalede ileri sürülen ifadelerin deli saçması olduğunu, ve yaklaşan seçimler nedeniyle böyle bir haberin yurt içinden birileri tarafından ısmarlanmış olabileceğini ifade etti.

İŞTE O YAZI


Türkiye’nin Seçimi

Oylar Muhalafete

Türkler için demokrasiyi geliştirmenin tek yolu, iktidar partisi dışındaki seçenekleri değerlendirmek gibi gözüküyor

Pek çok Türk, anlaşılabilir sebeplerden ötürü, Adalet ve Kalkınma Partisi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a büyük minnet duyuyor. AKP’nin tek başına iktidara geldiği Kasım 2002’den bu yana ülke ekonomisi fevkalade bir gelişim süreci içerisinde. Yine aynı dönemde, Türkiye gerekli reformların bir kısmını gerçekleştirerek Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerini başlatmayı başardı. Bölgede ise daha aktif bir dış politika yürütüyor. Siyasete karışma heveslisi ordu ise kışlasına çekilmiş gözüküyor.

Bütün bu başarılar sebebiyle, Türkiye bölgede ve dünyada ekonomik ve siyasi bir güç haline geldi. Dönem dönem Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail ile ters düştüyse de, Müslüman coğrafyada demokrasinin emsali haline geldi ve Arap kalkışmasına da ilham verdi. An itibariyle içinde bulunulan bu durum, AKP’nin iktidara geldiği vakit devraldığı enkaz ile taban tabana zıt. Şu anki Türkiye, ekonomik olarak tükenmiş, bankacılık sistemi iflas etmiş, cılız koalisyon hükümetlerinin başdöndürücü bir hızda kurulup yıkıldığı, sürekli askeri darbe tehdidi altındaki 2002 Türkiye’sine hiç benzemiyor.

Bu bilgiler ışığında, Türk seçmenin 12 Haziran Genel Seçimleri’nde iktidarı tekrar Erdoğan’a emanet etmek isteyeceğini varsaymak şaşırtıcı olmayacaktır. Lakin, son gelişmeler bu yönde değil. Erdoğan seçim anketlerinde, parlementonun üçte ikilik çoğunluğunu elde etmesine yetecek kadar önde gözüküyor ve bu ona diğer siyasi partilerin ve kuruluşların fikirlerini görmezden gelerek yeni anayasayı oluşturma fırsatı verecek. Bu durumun Türkiye için iyi olmayacağı öngörülüyor.

Bu değerlendirmenin kaynağı, gizliden gizliye teokratik bir yönetimin temellerinin atıldığı şühesi değil. AKP’nin islami kökenleri hakkında dile getirilen endişeler, dini eğitim kurumları ve türbanın üniversitelere girişi hakkındaki tartışmalar dönem dönem sorunlara yol açtıysa da, dindar kimliğini gizlemeyen Erdoğan ve partisi meselelere pragmatik yaklaşmayı başardı. Ordu ve İsrail (kimi zaman Amerika) kaynaklı söylentilerin aksine, elimizde AKP’nin Türkiye’yi bir sonraki İran haline getirmeye çalıştığı hakkındaki deliller son derece yetersiz.

AKP’nin sınır tanımaz hükümranlığına yöneltilen eleştiriler, islami dünya görüşlerinden ziyade demokrasi konusundaki umursamazlıklarına odaklanmış halde. Erdoğan yargı ve orduyla giriştiği savaşlardan galip ayrıldıkça, tabi olduğu denetim mekanizmaları da etkisini yitirdi. Bu denetimsizlik, Erdoğan’ın hoşgörüsüzlüğünü ve despot içgüdülerini serbest bıraktı. Aynı dönemde yolsuzluklarda artış görülürken, basın özgürlüğü de saldırı altında; Türkiye’deki tutuklu basın mensubu sayısının Çin’i geride bıraktığı bildiriliyor. Aralarında eski ordu mensuplarının da bulunduğu Erdoğan’ın rakipleri ve muhalifler ise şişirilmiş komplo teorileri sebebiyle soruşturma geçirmekte ve yargılanmakta.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Erdoğan seçim kampanyası süresince her zamankinden de keskin bir biçimde milliyetçi söylemlere yönelmiş halde. Başbakan ve partisi, Türkiye’nin en kalabalık ve huzursuz azınlığını teşkil eden Kürtlerle karşılıklı diyalog peşinde koşar gibi gözükmüyor artık. Partisinin anayasaya yapmaya yetecek üçte ikilik parlementer çoğunluğu elde etmesi halinde, ülkeyi Fransa tarzı bir başkanlık sistemine götürme niyetinin ipuçlarını veren Erdoğan, başkanlık koltuğunu ise kimseye kaptırmayacak gibi gözüküyor. Halihazırda fazlasıyla merkezileşmiş olan ülke için bu büyük bir hata olabilir.

Yeni AKP hükümetinin geniş kitleleri kapsayıcı bir tavır takınması herkes için oldukça iyi olurdu. Türkiye Anayasası’nın elden geçirilmeye ihtiyaç duyduğu son derece açık, fakat bu süreç bir AKP Projesi olmaktan çıkıp, diğer siyasi partilerin ve kuruluşların da desteğiyle yürütülmeli. Bunu sağlamanın en güvenilir yolu ise ana muhalefetteki merkez sol partisi CHP’nin genel seçimlerden güçlenerek çıkması. AKP ve CHP dışında iki küçük partinin daha TBMM’ye gireceğini varsayarsak, muhalefet partilerinin güçlenmesi AKP’nin üçte ikilik parlementer çoğunluğa erişmesini engelleyebilir.

Görünüşe göre, CHP’nin yeni lideri Kemal Kılıçdaroğlu (Sade ve sakin halleri sebebiyle Gandhi yakıştırılması yapılıyor), yüzü eskimiş öncülü Deniz Baykal’dan sonra partisine önemli bir dinamizm getirmiş durumda. Partiyi muhafazakar kadrolardan temizleyen Kılıçdaroğlu, partiye yolsuzluklara karşı tahammülsüz bir anlayış kazandırmasının yanında, CHP’yi ordunun siyasetteki varlığına sempati duyan kimliğinden uzaklaştırmayı da başardı. Seçim yarışı süresince, Türkiye’nin her ilinin daha özerk bir yönetime sahip olacağı vaadinde bulunan Kılıçdaroğlu, özellikle Türkiye’nin güneydoğusunda Erdoğan’dan daha fazla destek toplayarak dikkat çekti.

Oylar despotizme karşı

AKP’nin bir sonraki hükümeti kuracağına kesin gözüyle bakılıyor. Fakat bizim Türklere tavsiyemiz, oylarını CHP’ye vermeleri. Kılıçdaroğlu ve partisinin seçimlerden güçlenerek çıkması, hem anayasanın tek taraflı bir biçimde oluşturularak şimdikinden de kötü bir hale gelmesini önleyecek, hem de muhalefet için gelecek seçimleri kazanmak adına anlamlı bir umut verecektir. Bu tercih, Türkiye demokrasisini garanti altına almak için atılabilecek en mantıklı adımdır.