TBMM Genel Kurulu, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile Meclis'in açılışının 94. yılı dolayısıyla TBMM Başkanı Cemil Çiçek başkanlığında özel gündemle toplandı.

ÇİÇEK: İSTİKLAL MÜCADELEMİZİN KAHRAMANLARI O ZOR ŞARTLARDA BÜYÜK BİR DESTAN YAZMIŞLARDIR

TBMM'nin kuruluşunun 94'ncü yıldönümü nedeniyle düzenlenen özel oturumu TBMM Başkanı Cemil Çiçek yönetti. Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunmasıyla başlayan özel oturuma Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'de geldi. AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, HDP Eşbaşkanı Ertuğrul Kürkçü özel oturumda hazır bulundu. BDP grubunu ise Başkanvekili Pervin Buldan temsil etti.

Özel oturum nedeniyle açılış konuşması yapan TBMM Başkanı Cemil Çiçek,, Türk milleti olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 94'üncü yıl dönümünü coşku ve heyecanla kutladıklarını belirterek, "Bu vesileyle, o kutlu destanın yazıcıları, başta milli mücadelemizin önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve ilk Meclisimizin gazi milletvekilleri olmak üzere tüm gazi ve şehitlerimizi saygı ve şükranla anıyorum. Milli mücadelemizin bu kahramanları bize onurlu bir tarih ve şanlı bir geçmiş bırakmışlardır, yüreğimize daima büyük umutlar ve heyecanlar armağan etmişlerdir. 23 Nisan 1920, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılış tarihi olduğu kadar Anadolu'da yeni Türk devletinin de miladıdır. Milletimiz 94 yıl önce Anadolu'da yeni bir başlangıç yapmış, 23 Nisan'ın taşıdığı derin anlamı milletimizin her ferdinin doğru anlaması gerekmektedir. Her türlü tehdit ve zorluk göze alınarak bayrak düştüğü yerden kaldırılmış ve Türk milletinin istikbalinde yeni ufuklar açılmıştır. Hürriyet ve bağımsızlığımızdan asla vazgeçemeyeceğimiz bütün dünyaya ilan edilirken, emperyalist ve müstevli kuvvetlere karşı verilen kahramanca mücadele sonrasında Anadolu yeniden barış ve huzura kavuşmuştur" dedi.

Çiçek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Gazi Mustafa Kemal'in liderliğinde Samsun'dan başlayan milli mücadelemiz, İzmir'de düşmanın denize dökülmesiyle kutlu bir zaferle sonuçlanmıştır. İstiklal mücadelemizin kahramanları o zor şartlarda büyük bir destan yazmışlardır. Bu destanın kahramanları daima yüreklerimizde ve tarihimizde yaşayacaklardır. Anadolu'nun üzerine kara bulutların çöktüğü o dönemde, umut meşaleleri tutuşturup milletimizi karanlıktan aydınlığa çıkarmışlardır. Ankara'da yaktıkları kandiller Anadolu'nun çeşitli köşelerinde, Sakarya'da, İnönü'de birer ateş topu gibi düşmanın üzerine yağmış ve işgalcileri hezimete uğratmışlardır. Son bir buçuk asırdır tökezleye tökezleye yürümeye, kendisine güçlü bir istikamet çizmeye çalışan Türk milletini yeniden ayağa kaldırmanın çabasında olmuşlardır. Bağımsızlık, cumhuriyet ve demokrasinin zenginliklerini ülkemize kazandırmanın, Türkiye'yi kalkınmış modern bir ülke yapmanın gayretini göstermişlerdir. Modern dünyanın kazanımlarını ülkemize getirmenin, ülkemizde bilimin, üretimin, sanayinin, zenginlik ve kalkınmanın hakim olmasının mücadelesini vermişlerdir. 94 yıl önce Meclisimiz büyük heyecanlarla açılmıştır. Hacı Bayram Camii'nde kılınan namazın ve edilen duaların ardından Meclisimiz çalışmalarına başlamıştır. Yürekleri buruk, kulakları Anadolu'nun dört bir yanından gelecek haberlerde olan 115 milletvekili, gözyaşları eşliğinde ilk toplantısını yapmıştır. O gün, en yaşlı üye sıfatıyla Sinop Milletvekili Şerif Avkan Bey, milletimizin iç ve dış tam bağımsızlık içinde, alın yazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip kendi kendisini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek 'Büyük Millet Meclisini açıyorum' hitabı ve tevfikiilahiyle Meclisin açılışını yapmış, milletvekilleri de gözlerinde ve yüreklerindeki ışıkla bu tarihî olaya eşlik etmişlerdir. Gazi Meclisimiz milli mücadelemizi yönetmiş ve başarıya ulaştırmıştır. İlk Meclisimizin kahraman milletvekilleri zaman zaman cephede zaman zaman Mecliste milletimizin geleceği için çalışmışlardır. Milletimizin umutlarına ve menfaatlerine asla halel getirmemiş, millî bir duyarlılıkla kendilerini ateşe atarak o yangın ortamında mücadele etmişlerdir. Milletvekilleri bir yandan cephede mücadele ederken bir yandan da bağımsızlığa olan inançla yeni devletin altyapısını oluşturmuş, kanunları çıkarmış, millî marşımızı kabul etmişlerdir. Milli mücadelemizin kahramanlarının, dönemin zor şartlarında Ankara'ya gelebilen 115 milletvekilinin ve istiklal savaşımızın isimsiz kahramanlarının büyük başarılarıyla gurur duyuyoruz. Onların yaptıkları tarihimizde hep söylenecek, anlatılacak ve işaret taşları olarak bize yol gösterecektir. Biz, onların bu yaptıklarından ve düşüncelerinden dersler almaya, demokrasimizi geliştirmeye ve ülkemizin modern ülkeler safında yer alması için gayret gösteremeye devam edeceğiz."

Çiçek, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Türkiye muasır medeniyet yolunda önemli mesafeler almıştır. Demokrasisini geliştirmiş, kurumsallaştırmış, milli iradenin üstünlüğü anlayışını güçlendirmiş, işleyen bir sisteme dönüştürmüştür. Fakat, tarihin akışında gelişmenin durmadığı, demokrasilerin de tekamül kaydettiği, daha özgürlükçü yorum ve uygulamalara doğru evrildiği bir gerçektir. Bizim de bunu yakalamamız gerekmektedir, yoksa çağın gerisinde kalma riskiyle karşı karşıya kalabiliriz. Demokrasimizi nasıl daha fazla geliştirebileceğimiz, hukukun tam anlamıyla egemen olduğu, katılımcı, çoğulcu ve temsil gücü yüksek bir siyasi yapıyı nasıl inşa edebileceğimiz önümüzde duran en önemli problemlerdendir. Toplumsal sorunlara daha fazla demokrasi ve özgürlükçü bir anlayış içerisinde, hukuku esas alarak çözüm bulabiliriz. Ortak aklın işlediği, saygı, güven ve hoşgörü anlayışının, uzlaşı ve iş birliği kültürünün üst düzeyde olduğu bir zemin içerisinde sorunlarımızı çözebiliriz. Buna ihtiyacımız vardır ve bunu hep birlikte inşa edebiliriz. Demokrasimizi ancak bu şekilde daha ileriye taşıyabilir, toplumsal barışımızı bu şekilde güçlendirebiliriz. Bu nedenle, Meclisinin açılışını çocuklarına bayram olarak armağan eden tek ülke olarak onlara daha güzel bir gelecek ve gelişmiş bir demokrasi bırakmak ortak sorumluluğumuzdur, bu bizim üzerimizde bir vebaldir. Geçmişimizden bize intikal eden miras ölçüsünde en iyisini yapmak, çocuklarımıza güzel bir ülke bırakmak zorundayız. Onlar da bizden daha iyisini yapacak, daha gelişmiş ve müreffeh bir ülkeyi inşa edeceklerdir. Yoksulluk, siyasi, ekonomik ve dini kayıt dışılık gibi sorunların olmadığı, demokratik kanalların özgür bir şekilde işlediği bir yapıyı inşa edeceklerdir. Çünkü devletimizin devamı, milletimizin bekası, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilelebet payidar olmasının güvencesi çocuklarımız ve gençlerimizdir, geleceğimiz onların ellerinde şekillenecektir. Yarının daha huzurlu ve aydınlık Türkiye'sini onlar yönetecek, aramızdaki kardeşliği onlar daha da derinleştirecek ve ebedileştirecektir. Bu düşüncelerle, tüm milletimizin ve geleceğimiz olan çocuklarımızın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı en içten dileklerimle kutluyor, Meclisimizin ilk Başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, ilk Meclisimizin gazi milletvekillerini, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bugüne kadar görev yapmış, demokrasimize, ülkemize hizmet etmiş tüm milletvekillerini, Millî Mücadele'mizin isimsiz kahramanlarını, gazi ve şehitlerimizi saygı ve şükranla anıyorum."

BAŞBAKAN ERDOĞAN:"NE ACIDIR Kİ SİYASİ PATİLERİN TÜRKİYE DIŞINDAN ODAKLARLA İŞ BİRLİĞİ VE İTTİFAK YAPTIKLARINA ŞAHİT OLDUK"


TBMM Genel Kurulundaki 23 Nisan özel oturumunda TBMM Başkanı Cemil Çiçek, mecliste grubu bulunan grup başkanlarına söz verdi. İlk olarak kürsüye Başbakan Recep Tayyip Erdoğan çıktı. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94'üncü kuruluş yıl dönümünü en kalbi duygularla kutladığını belirten Başbakan Erdoğan, "Türkiye'nin ve dünyanın tüm çocuklarının Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın hayırlara vesile olmasını diliyorum.Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk Başkanı olan Gazi Mustafa Kemal'i, Kurtuluş Savaşı'mızı sevk ve idare eden ilk Meclisteki tüm milletvekillerini bu vesileyle bir kez daha rahmetle ve minnetle yad ediyorum. 94 yıl boyunca Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında millet için hizmet üretmiş tüm parlamenterlerimize de ülkemiz ve milletimiz adına şükranlarımı sunuyorum" dedi.

Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Birinci Dünya Savaşı sona erip Osmanlı Devleti'nin toprakları işgal edildiğinde, en son da başkent İstanbul düştüğünde Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara'da bir kurtuluş umudu olarak tesis edildi. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığında Meclisin bir kurucu meclis mi, yoksa Osmanlı Devleti içinde olağanüstü yetkilerle donatılmış bir meclis mi olduğu belirsiz bırakılmıştı. Gazi Mustafa Kemal, Meclisin açılışını duyurduğu telgrafta Türkiye Büyük Millet Meclisinin sivil ve askeri makamların üzerinde olduğunu ifade etmişti. O günün Türkiye'sinde daha cumhuriyet ilan edilmeden Meclisin en üst makam ve merci olarak belirlenmesi başlı başına çok büyük bir hadise, çok büyük bir yenilikti. Gazi Mustafa Kemal, hayatının her safhasında Türkiye Büyük Millet Meclisinin en üst merci olduğunu defalarca vurgulamış, her meselenin çözüm yeri olarak da daima Meclisi işaret etmişti. Açıkça ifade etmeliyim ki aslında Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94 yıllık tarihi, işte bu büyük inkılabın çetin münakaşasına sahne olmuştur. Halk, Türkiye Büyük Millet Meclisini çok büyük bir heyecanla benimsemiş, ona daima inanmış ve güvenmiştir. Halk, Türkiye Büyük Millet Meclisini kendi kurumu olarak, kendisinin temsil edildiği makam olarak her zaman kucaklamış ve her zaman muhabbet beslemiştir. Ancak Meclis tek adam olma, diktatör olma heveslileri için, halka ve halkın tercihlerine tepeden bakan kişi ve zümreler için adeta iktidarlarını paylaşmak zorunda oldukları bir makam olarak kalmıştır. Mutlu ve imtiyazlı bazı kesimler egemenliğin bir kişiden, bir zümreden alınıp Türkiye Büyük Millet Meclisine devredilmesini hazmedememiştir. 94 yıl, işte bunun mücadelesiyle geçmiştir."

Başbakan Erdoğan, konuşmasını şöyle devam etti: "Askeri darbeler, bürokratik darbe girişimleri, postmodern darbeler, yargı darbeleri, halkın meclisini zayıflatmak, halkın iktidarını gasp edip kendi iktidarlarını tesis etmek amacıyla yapılmıştır. Şunu gururla ifade etmeliyim ki, Meclis, bütün bu darbe ve darbe girişimlerine rağmen dimdik ayakta kalmış, milletin egemenliğini tecelli ettiren bir makam olarak yine bizzat millet tarafından muhafaza edilmiştir. Aradan 94 yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün hala milli egemenliği, halkın iktidarda olmasını, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm makam ve mercilerin üzerinde olmasını kabullenemeyen kesimler olduğunu biliyor, bunun yansımalarını da maalesef bugün dahi yaşıyoruz. Darbeler sonrası tesis edilen kimi kurumların kendilerini Meclisin, yani milli iradenin üzerinde görmek istediklerine şahit oluyoruz. Çetelerin, illegal yapıların, karanlık örgütlerin, Meclisi hiçe sayarak kendi şahsi ve örgütsel çıkarları adına Meclise ve milli iradeye kastettiklerini görüyor ve yaşıyoruz. Aynı şekilde, kendisini elindeki kalemiyle ya da elindeki sermayesiyle her şeyin üzerinde görenlerin Meclise ve milli iradeye hükmetme sevdası içine girdiklerine de şahit oluyoruz. 94 yıl boyunca zaman zaman olduğu gibi, bugün de yargı, bürokrasi eliyle ya da sokakta şiddet üretmek suretiyle Meclisin sesisin kısılmak, Meclisin baskı altına alınmak istendiğini de görüyoruz."

SOSYAL MEDYA MESAJI
Başbaan Erdoğan, "Türkiye Büyük Millet Meclisine tepeden bakmak, 94 yıl öncesine ait bir alışkanlıktır. Türkiye Büyük Millet Meclisini tahkir etmek, zayıflatmak cumhuriyeti yok saymaktır, Cumhuru dışlamaktır. 23 Nisan 1920'de bu Meclis, bir kurucu meclis olarak tesis edilmiş. Nitekim cumhuriyeti kuran da işte bu Meclis olmuştur. Bu Meclisin içinde ve dışındaki herkesin Meclisin en yüksek merci olduğunu kabullenmesi, bunu artık sindirmesi, Meclis dışı yollara tevessül etmekten de özenle kaçınması gerekmektedir. Meclisi yok saymaya, Meclisi zayıflatmaya yönelik girişimler artık sadece silahlı darbe girişimleriyle olmuyor, modern dünyada silahların yerini başka araçlar alabiliyor ve bu araçlar Meclis ve milli irade hazımsızları tarafından Meclise karşı bir saldırı aleti olarak kullanılabiliyor. Daha birkaç hafta öncesine kadar bunu tecrübe ettik. Sosyal medyanın kötü niyetlilerin elinde milli iradeye saldırı aracı olabileceğini gördük. İllegal yoldan elde edilmiş ses kayıtlarının, ses montajlarının insanların mahremine girmek ve gözetlemek suretiyle oluşturulmuş şantaj görüntülerinin Türkiye Büyük Millet Meclisini nasıl hedef aldığını gördük. Ne acıdır ki siyasi patilerin Türkiye dışından odaklarla iş birliği ve ittifak yaptıklarını, Türkiye Büyük Millet Meclisine tarihleri boyunca defalarca yaptıkları gibi bir kez daha kastettiklerine şahit olduk. 23 Nisan 1920'nin öncesinde ve sonrasında yaşanmayanlar işte şu son birkaç ay içinde yaşandı. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Genelkurmay Başkanı, bakanları hedef alındı. Siyasi partilerin genel merkezlerinin, il başkanlıklarının hukuksuzca dinlendiği ve bu dinlemelerin tehdit ve şantaj aracı olarak kullanıldığı ortaya çıktı. Sanatçılarımızın, gazetecilerimizin, yazarlarımızın dinlenmeler yoluyla şantaja maruz kaldıkları açıkça ortaya çıktı. Hatta, bu ülkenin Dışişleri Bakanlığındaki çok gizli devlet görüşmesi dinlendi ve ses kaydı yayınlandı. Milletimiz tıpkı 23 Nisan 1920'de olduğu gibi bu saldırının mahiyetini anladı ve adeta, yeniden bir istiklal mücadelesi verircesine sandığa gitti, bir kez daha demokrasiye, milli iradeye, Meclisimize güç verdi. Halkımız bir kez daha tercihini milli iradeden, demokrasiden ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden yana koydu. 94 yıl boyunca şahit olduğumuz olumsuzluklar bir yana, halkımız demokrasiyi, milli egemenliği, seçim ve sandığı artık vazgeçilmez bir idare şekli olarak benimsemiştir. Halkın milli iradeye bağlılığı ve inancı daha da güçlenmiştir. 1947 yılında "Sandık namusumuzdur." diyen Mersin Arslanköylü kadınlar, şu anda, artık 77 milyonun "Sandık namusumuzdur" dediği bir atmosferin oluşmasını sağlamışlardır."

KILIÇDAROĞLU, BERKİN ELVAN'I ANDI

Cumhuriyet Halk Partisi adına 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutladığını belirten CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Cumhuriyetimiz, bütün dünyaya bir bayram hediye edecek kadar ufku geniş, ulusal egemenliği baş tacı yapacak kadar halkına güvenen ve saygı duyan devrimci kadroların ve ruhun eseridir. Mustafa Kemal'e atıfla söylemek isterim ki, ulusal egemenliğin ışığı karşısında zincirler erimiş, taç ve tahtlar batmış ve yok olmuştur. Cumhuriyeti kuran devrimci kadroların ulusal egemenlik kavramıyla neyi ifade ettiklerini iyi anlamak gerekiyor. Günümüzde bu kavram çarpıtılarak bir dikta rejimi kurmaya kalkışanların öncelikle Mustafa Kemal Atatürk'ün 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir'de yaptığı konuşmayı iyi öğrenmeleri gerekir. Şöyle der Mustafa Kemal Atatürk: "Milli emeller, milli irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir." Bir halkın var olma mücadelesini bağımsızlıkla taçlandırmış bu yüce Meclisin; fikri hür, vicdanı hür üyeleri bu gün de zorlu bir mücadele içine girmişlerdir. Bu zorlu mücadelenin halkın egemenliğini yansıtan gerçek bir demokrasi ve özgürlüklerle taçlandırılacağından eminim. Ulusal egemenlik çoğulcu bir rejim, temsilde adalet ve hukukun üstünlüğü meselesidir. Çoğunluğun güçlü, güçlünün de haklı olduğu, yurttaşların baskı, korku, yasaklar, kin, yoksulluk ve istikrarsızlık tehditleriyle yönlendirildikleri bir sistem çoğulcu değildir. "Sandıktan çıktım, ne istersem yaparım." anlayışı ulusal egemenlik kavramıyla bağdaşmaz çünkü ulusal egemenlik sandıktan çıkan oy sayısına bağlı bir kavram değildir. Egemenlik en son ferdine kadar bütün ulusundur. Sayısal çoğunluğu egemenlik olarak anlamak ve kullanmaya kalkışmak ulusal iradenin inkarıdır ve istismarıdır. Böyle bir yönetim tarzına "demokrasi" ve "cumhuriyet" kelimeleri de yakışmamaktadır. Demokrasi, özgür yurttaşların, özgür medyanın, oy sandığına hapsolmayan bir iktidar anlayışının rejimidir. Demokrasi, iktidarların egemenliğin kaynağı olan halka belirli aralıklarla ve sandıktan sandığa değil, her gün hesap verdikleri rejimin adıdır" dedi.

Kılıçdaroğlu, şunları söyledi: "Uygulanan yüzde 10 seçim barajı, ulusal egemenliği hiçe sayan, yurttaşlarımızın tercihlerini görmezden gelerek temsiliyet haklarını çalan ve iktidarda kalmak için her şeyi reva gören bir çarpık zihniyetin ürünüdür. Ne var ki seçim barajını düşürmeyi son derece adaletsiz temsil sonuçları yaratacak yeni bir seçim sistemini kabul etme şartına bağlamak millet egemenliğine açıkça saygısızlıktır. Kayıtsız ve şartsız millete ait olan egemenlik milletin iradesini gasp etmek ve toplumun belirli unsurlarını dışlamak için bir silah gibi kullanılamaz. Üstünlerin hukukunun egemen olduğu yerde milletin egemenliği yoktur. Halkımızın ulusal egemenliği yasama, yürütme ve yargı organları aracılığıyla kullandığını biliyoruz. Yürütme organına "Bu yetkiyi tek başına kullan." denmemiştir, denmeyecektir. Tarafsız ve bağımsız yargının olmadığı, yasama organının etkisizleştirildiği bir düzeni sürdürmek ulusal egemenliğin kaynağı olan milletimizi hiçe saymak demektir. Toplumu ve hasımlarını sindirmek için özel mahkemeler oluşturanlar, kararlarını beğenmedikleri zaman Anayasa Mahkemesi'ne bile meydan okuyanlar ve yolsuzluk soruşturmalarına hukuku dinamitleyerek cevap verenler sadece Anayasa'yı değil ulusal egemenliği de çiğnemişlerdir. Kuvvetler ayrılığını ayak bağı olarak görenler, halkın iradesine saygı duyduklarını nasıl iddia edebilirler? Bu bayram günündeki burukluğumuzun sebebi de işte bunlardır. Üzülerek ifade edeyim ki varlığını ve saygınlığını hukuk ve meşruiyet ilkelerine bağlılığına borçlu olan Meclisimizin bütçe denetim yetkileri elinden alınmıştır. İki yıl önce bu Parlamentoda bugün yaptığım konuşmamdaki bir ifadeyi tekrar bilginize sunmak isterim: "Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratikleşme tarihi bu Meclisin yetkilerini savunma ve genişletme tarihidir. Bugün dahi bu yüce Meclisin yetkilerine göz dikenler bu hususu hiçbir zaman akıllarından çıkarmasınlar." 23 Nisan aynı zamanda dünya çocuklarına armağan edilmiş ilk ve tek bayramdır. Özgürlüğe, eşitliğe ve bilime bağlı olan toplumlar Mustafa Kemal'in işaret ettiği gibi fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirebilirler. Çocuklarımızın ufkunu kin ve nefretle değil sevgi ve dürüstlükle çizdiğimiz takdirde ülkemiz kalkınır, ülkemiz ilerler. Biz çocuklarımızı bilime dayalı, sevgiyle dolu, nefretten uzak, yüzünü geleceğe dönmüş bir eğitim sistemiyle yetiştirmek istiyoruz. Biz çocuklarımızı küreselleşen dünyayla uyumlu, haberleşme ve iletişim olanaklarını etkin bir şekilde kullanan ve yaşadıkları dünyayı sorgulayan bireyler olarak yetiştirmek istiyoruz. Çünkü biliyoruz ki özgür ve eşit bir gelecek özgürce yetişen nesillerle mümkündür."
BERKİN ELVAN'I ANDI
Kılıçdaroğlu, "Bu yıl grubum adına 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı temel hak ve özgürlükleri için canlarını feda eden gençlerimizin ve bir sabah evinden çıkarak Türkiye halkının kalbine gömülen Berkin Elvan'ın güzel anısına adıyorum."

BAHÇELİ : BAŞKA YOL VE MECRA ARAYANLARI MECLİS'İN ANLAM VE MESAJLARI ÜZERİNE KARARLICA TEFEKKÜR ETMEYE DAVET EDİYORUM

94 yıllık bir maziden süzülerek gelen Gazi Meclisi kutlu hatıralarını sevinç, dua ve hürmetle yad ettiklerini belirten MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Bu aziz millet eserinin, bu yüksek demokrasi mabedinin anlamı ve özellikleri üzerine tekraren ve samimiyetle düşünüyoruz.TBMM, her şeyden önce Türk milletine duyulan sevgi ve saygının eşsiz bir tezahürü, çok kıymetli bir ürünüdür.Milli iradeye sadakatin, milli egemenliğe bağlılığın, meşruiyete verilen önemin çok açık, çok net kanıtıdır. Büyük Millet Meclisi'nin açılması dönemin şartlarını dikkate aldığımızda destansı bir atılım, kararlı bir adımdır. Milletimiz kendi geleceğine bizatihi kendisinin yön vereceğini 23 Nisan 1920 itibariyle göstermiş, temsilcileri eliyle tüm dünyaya duyurmuştur.Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün sözleriyle ifade edecek olursak, Büyük Millet Meclisi, bizi yaşatmamak isteyenlere karşı yaşamak hakkımızı müdafaa etmek üzere toplanmıştır. Çorak, bakımsız ve kerpiç evli Ankara'nın göbeğinde bağımsızlığımızın rotası şekillenmiş, istikbalimizin haritası çizilmiştir. 23 Nisan 1920, Mondros'taki aldatmaya ve işgal planlarına en etkili cevaptır. 23 Nisan 1920, boğaza demirleyerek toplarını devrin başkentine çeviren şımarıklığa ve cüretkarlığa rest çeken, isyan ve itiraz eden milli direniştir. 23 Nisan 1920, asırlarca vatan topraklarının istilasını hedefleyen, Türk'süz Anadolu özlemiyle yanıp tutuşan vesayetçi ve sömürgeci güçlere en kalıcı mesaj, en tutarlı duruştur. Devletini kurmadan Meclisi'ni açacak kadar cesaret ve öngörü sahibi olan Türk milleti, TBMM vasıtasıyla köleliğe meydan okumuş, tutsaklığa başkaldırmıştır. Acı ve ıstırap verici geri çekilmeleri durdurabilmek, yeni bir atılganlığa, yeni bir dirilişe ve yeniden bir başlangıca hevesle ortam açmak için Ankara'nın kutlu bağrında bağımsızlık hedefine odaklanılmış, milletin sinesi tek yol olarak kabullenilmiştir.
23 Nisan 1920 Cuma günü Ankara Hacıbayramı Veli Camii'nde kılınan Cuma Namazı'nın hemen ardından Kuran Tilavetleriyle, Salavat-ı Şeriflerle, Hatm-i Şeriflerle ve büyük umutlarla İlk Meclis'in kapısı aralanmıştır" dedi.

Bahçeli, şunları söyledi: "Ulus'taki taş binaya milletimizin bütün özlemleri, bütün hayalleri yansımış, adeta ete kemiğe bürünmüştür. Bağımlı yaşamayı, parya olmayı, onursuzca yürümeyi aklının ucundan dahi geçirmeyen millet evlatları Ankara'da tek vücut haline gelmiştir. Esareti reddeden, şuna buna boyun eğmektense ölmeyi tercih eden milliyetçi-vatansever yürekler yurdumuzun dört bir yanından Ankara'ya akın etmiştir. İlk Meclis'in açılış konuşmasını en yaşlı üye sıfatıyla yapan ve aynı zamanda Maarif Müdürlüğü'nden emekli olan Sinop Mebusu Şerif Bey'in şu sözleri aslında her şeyi tümüyle gözler önüne sermektedir: “Tam bağımsızlık ile yaşamak kararlılığında olan ezelden beri hür ve bağımsız yaşayan milletimiz bu esaretini kesin ve kararlı bir biçimde reddetmiş ve derhal vekillerini toplamaya başlayarak Yüce Meclisini vücuda getirmiştir.ö Büyük Millet Meclis'i, içinden çıkıp vekaletini üstlendiği milletinin tercümanı ve sözcüsü olarak beklentileri çok iyi şekilde seslendirmiştir. Savaş şartlarının ağırlığına rağmen, ilk Meclis demokrasinin erdemine, katılım ve çoğulculuğun önemine inanmıştır. Aynı zamanda bu kutlu çatı kurtuluş mücadelesinin sevk ve idare merkezi olarak Gazilik unvanına layık görülmüştür. Toprakları istila edilmiş, ordusu dağıtılmış, insanı yorgun, yoksul ve bitkin düşmüş bir ülkenin, bir milletin demokrasiye bağlı kalarak, Meclis'i açık tutarak varlık mücadelesine atıldığı tarihte çok ender görülen bir gerçektir. Bu açıdan TBMM, yalnızca meşruiyetini ve iradesini milletten alan kurumsal bir yapı değil, aynı zamanda büyük Türk milletinin yaşama, var olma, bağımsızlık ve özgürlük coşkusunun temsil edildiği milli ruhunda kendisidir."

Bahçeli, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu toprakları vatan yapan ecdadımızdan devraldığımız ve omuzlarımıza yüklenen görevlerin ne denli ağır olduğunu çok iyi biliyoruz. Bilmeyenlere hatırlatırım ki, üstlendiğimiz vazifeyi yerine getirmek için ihtiyacımız olan cesaret ve ilham tarihimizin şanlı sayfalarında fazlasıyla yazılıdır. Birinci Meclis'te görev alan vekillerin geçmişle gelecek arasındaki bağı sorumluluk bilinciyle ve büyük bir özveriyle kurduğunu tartışmasız söyleyebiliriz. İçlerinden Meclis-i Mebusan'dan gelen sayıca kalabalık bir grup vardı. İçlerinde toplumun her kesiminden, vatanımızın her yöresinden, sosyal ve ekonomik hayatın her veçhesinden çıkıp gelenler bulunuyordu. Buna rağmen İlk Meclis Türkiye Cumhuriyeti'nin harcını karmış, temellerini kazmış, duvarlarını örmüştür.

Azımsanmayacak farklılıklar bulunmasına rağmen, aralarından vatan ve millet konularında hiçbir farklı ve aykırı ses çıkmamıştır. Birinci Meclis bu sayede, yıllarca süren savaşlarla, bitmeyen kayıplarla, kesilmeyen baskı ve dayatmalarla içten içe çürüyen, eriyen ve çözülen İmparatorluğumuzdan ulus-devlet çıkarmayı başarmıştır. İsli gaz lambaları ışığında kaleme alınan kararlara kardeşliğin çıkmayan mürekkebi damlamıştır. Taş binadaki odaların soğuğu inanç ve sevda ateşiyle kırılmıştır. Telgraf masalarında, tahta sıralarda, dar koridorlarda hep birlikte kurtuluşun, kutlu günlerin düşü kurulmuştur. Sabahlara kadar süren, ayaz geceleri yaran ateşli toplantılarda şeref ve namus müdafaasına ortaklaşa ant içilmiştir. Biz İlk Meclis'e bakınca etnik koalisyonu, 36'nın birde buluşmasını değil, Türk milletini görüyoruz, onun yüksek haslet ve emanetlerini fark ediyoruz. Biz İlk Meclis'e bakınca mecburen bir araya gelmiş, yerel aidiyetleri kolektif ruha dökme gayesine yabancı kalmış yapay bir kalabalık değil, Türk milletinin bekası için peşinen kefene sarılan gerçek istiklal kahramanlarını görüyoruz. Ve elbette biz ilk Meclis'e bakınca Türk milliyetçiliğinin yüksek erdem ve başarısını fark ediyoruz. Herkese de TBMM'ne bu nazarla yaklaşmasını tavsiye ediyorum. Demokrasi dışında, milli egemenlik haricinde başka yol ve mecra arayanları Meclis'in anlam ve mesajları üzerine kararlıca tefekkür etmeye davet ediyorum. Bu vesile ile sevgili çocuklarımızın ve bugünün kendilerine ithaf edildiği dünyadaki bütün çocukların bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Gerçek ve kalıcı barış, huzur, mutluluk ve kardeşlik diliyorum. Bu kutlu Meclis'i emanet eden büyük Atatürk'e, dava arkadaşlarına, İlk Meclis'in muhterem üyelerine ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bugün hayatta olmayan aziz mensuplarına şükran duygularımla Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyorum. Konuşmama son verirken sizleri ve aziz milletimizi saygılarımla selamlıyor, TBMM'nin 94'nci yıldönümünün kutlu olmasını diliyorum."

BULDAN:HERKESİN, ÇOCUKLARA EŞİT VE ÖZGÜR BİR DÜNYA YARATMANIN KOŞULLARINI YARATMAK İÇİN HAREKETE GEÇMESİ GEREKİR

Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Pervin Buldan "Bugün 23 Nisan 1920'de çoğulcu bir anlayışla, büyük bir coşku ve umutla kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94'üncü yılını geride bırakıyoruz. Buruk da olsa bütün çocuklarımızın ve Türkiye halklarının Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutluyorum. Elbette böylesine anlamlı günleri sadece kutlamalarla geçiştirmemek gerekir. Demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük bağlamındaki en temel sorunları ve eksiklikleri bütün yönleriyle ele almak, doğru sonuçlar çıkartmak tarihî bir sorumluluktur. Bu 23 Nisanı da, öncekilerde olduğu gibi, demokrasi ve özgürlüklerin yeterince yerleşmediği, çoğulcu, sivil, demokratik yeni bir anayasanın yapılmadığı, demokratik siyaset kanallarının tümüyle açılmadığı, çözüm sürecinin henüz barışa evrilmediği bir ortamda karşılıyoruz. Oysa bundan doksan dört yıl önce Büyük Millet Meclisi, Türkleri, Kürtleri, bütün farklılıkları kucaklayan çoğulcu bir temsiliyet ilkesine göre kurulmuş ve bu ilke 21 Anayasası'yla güvence altına alınmıştı. Bugün en fazla ihtiyaç duyduğumuz ademimerkeziyetçilik anlayışı da temel bir prensip olarak 1921 Anayasası'nda açıkça yer almıştı. Ancak, ne var ki 1924 Anayasası'na geçişle birlikte bu çoğulculuk esası terk edildi. Bunun yerine tek tipçi, retçi ve inkârcı bir sisteme geçildi. Bu sistem üzerine inşa edilen katı ulus devlet yapısı bu ülkenin kuruluşunda omuz omuza mücadele veren bütün kimlikleri ve kültürleri dışladı, farklılıkları birer birer yok etmeye çalıştı. Bunun faturası ise çok ağır oldu. Ret ve inkâra dayalı sistem bu ülke halklarına çok büyük felaketler yaşattı. Bu felaketlerin en ağırını 1938'deki Dersim katliamında yaşadık. Kürt sorunundan kaynaklı çatışmalarda 50 bin insanımızı kaybettik. Binlerce köy yakılıp yıkıldı, 10 binlerce faili meçhul cinayet işlendi, hiçbirinin hesabı sorulmadı. Peş peşe darbeler yaşandı, insanlar işkencelerden geçirildi, partiler, sendikalar, gazeteler kapatıldı. Bu ülkenin özgür ve eşit geleceği için sosyalizm mücadelesi yürüten genç fidanlar Deniz Gezmişler, Hüseyin İnanlar, Yusuf Aslanlar idam edildi. Kürt halkının temsilcileri, aydınları, Mehmet Sincarlar, Muhsin Melikler, Vedat Aydınlar, Ape Musalar katledildi. Ülkemizin en güzel renklerinden birini oluşturan Ermeni halkının güzel insanı Sevgili Hrant Dink katledildi. Herkesin özlemini duyduğu adalet, hiçbir zaman mülkün temeli olmadı. Devlet için işleyen hukuk hak arayan insanlar için işlemedi. Yargı hiçbir zaman adalet dağıtan bir yer olmadı. Roboski'de çoğu çocuk 34 insanımız bu ülkenin savaş uçakları tarafından bombalanarak paramparça edildi, hesabı sorulmadı, hukuk işletilmedi. Darbe döneminin ürünü olan yüzde 10'luk antidemokratik seçim barajıyla Kürtlerin, muhaliflerin Parlamentoda demokratik temsiliyeti sürekli engellendi. Terörle Mücadele Kanunu başta olmak üzere, çıkarılan tüm otoriter devletçi yasalarla düşünce, örgütlenme ve siyaset özgürlüğünün önüne set çekildi. Kadınlar bu ülkede eşitsizliğin ve ayrımcılığın en katmerlisini yaşadı. Seçme ve seçilme hakkı tanınan kadınların siyasette eşit ve demokratik temsiliyeti yine bu sistemle, bu sistemin ürünü olan erkek egemen anlayışıyla engellendi. Ekonomik ve sosyal alanda da bu ülke çok ağır krizler ve sorunlar yaşadı, yaşıyor. Yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, gelir adaletsizliği her geçen gün artıyor. Kamu kaynaklarını kötüye kullanma, daha fazla rant uğruna çevreyi, doğayı katletme, ormanlık alanı yok etme neredeyse bir politika hâline getirildi. Bütün bu yaşananlar demokratik, adil, eşitlikçi ve paylaşımcı olmayan, katılımı hiçbir zaman esas almayan, sürekli denetime kapalı, asla hesap vermeyen, mevcut tekçi, vesayetçi sistemin ürettiği sonuçlardır. Çağımız dünyasının gereklerine ve kendi çoğulcu yapısının temel taleplerine göre demokratik yapısal reformlarını gerçekleştirmeyen, kendisini dönüştürmeyen bir Türkiye krizlerle iç içe yaşamaya devam edecektir, böylesi bir yapıyla bölgesinde de model olamayacaktır. Bir diğer önemli nokta da şudur ki: Demokrasi açığının giderek büyüdüğü bir ortamda demokrasi ve siyaset dışı meşru olmayan yapıların güç kazanacağını da görmek gerekir. Eğer güçlü bir demokrasi, aynı zamanda eşit, adil ve özgür bir ülke hedefleniyorsa bunu yaratmanın yolu cumhuriyetten günümüze kriz ve çatışma üretmekten başka bir sonuç yaratmayan tekçi, milliyetçi, otoriter zihniyetle hesaplaşmaktan geçer. Katı ulus devlet çizgisi aşılıp demokratik katılımcı ulus modeline geçilmediği sürece tarihsel sorunlarımız artarak devam edecek ve çok daha büyük siyasal, sosyal krizleri beraberinde getirecektir" dedi.

Pervin Buldan, "23 Nisan dolayısıyla üzerinde durmamız gereken bir diğer önemli nokta da çocuklarımızın karşı karşıya bulunduğu sorunlardır. Düşünün ki bir yanda renkli 23 Nisan kutlamaları, rengârenk elbiseli çocuklar diğer yanda ise her türlü baskıya, şiddete maruz kalan, sömürülen çocuklar. Böylesi bir ortamda hangi kutlamalardan söz edebiliriz. Bakınız, Roboski'de 19 çocuğun bedeni savaş uçaklarınca paramparça edildi, onların adı bu 23 Nisanda yok. Cezaevlerinde tecavüze ve işkenceye maruz kalan çocukların adı 23 Nisanda yok. Yolları kapalı olduğu için hastaneye yetiştirilemeyen, cenazesi babasının sırtında bir torbayla taşınan Muharrem bebeğin; annesinin eteğinde parçalanmış cesedi adliyeye götürülen Ceylan Önkol'un; bedenine 13 kurşun saplanan Uğur Kaymaz'ın; gaz fişeğiyle vurularak iki yüz altmış dokuz gün hayat mücadelesi verdikten sonra bizlere veda eden Sevgili Berkin Elvan'ın da adı 23 Nisanda yok. Bugün her türlü şartlarda kayıt dışı olarak çalıştırılan 1 milyon dolayındaki çocuk kalem yerine çekiç tutuyor, tornavida tutuyor, onların da adı bu 23 Nisanda yok. Sokakta mendil satan, boyacılık yapan, her türlü tacize ve şiddete maruz kalan çocuklar, onlar da bu 23 Nisanda yoklar. Eğitimde, okulda olması gerekirken çocuk yaşta evlendirilen çocuk gelinler de 23 Nisanda yoklar. Anneleri Mülkiye Kılıç'la birlikte cezaevine girecek olan beş aylık ikiz kardeş Özgür ve Lorin için de 23 Nisanın bir anlamı olmayacak. Sormak isterim: Çocuklara böyle bir ülke mi armağan edeceğiz? Çocuklarımıza bu uygulamaları mı reva göreceğiz? Çocuklar, bunun hesabını bu ülkeyi yönetenlerden sormayacak mı? Herkesin, başta da yöneticilerin bir kez daha oturup düşünmesi, kendisini sorgulaması ve çocuklara eşit ve özgür bir dünya yaratmanın koşullarını yaratmak için derhâl harekete geçmesi gerekir. Bu, tarihî ve vicdani bir sorumluluktur."

Pervin Buldan, "23 Nisan dolayısıyla hem demokrasi açığımızın kapatılması hem de temel sorunlarımızın çözüme kavuşturulması açısından somut çözüm önerilerimizi bir kez daha bu kürsüden yinelemek istiyoruz. Türkiye'nin en temel ihtiyacı çoğulcu, sivil, demokratik, yeni bir anayasaya kavuşmaktır. Parlamento tarihî bu görevle karşı karşıyadır. Halk iradesinin Parlamentoda temsil edilmesini engelleyen antidemokratik yüzde 10 seçim barajı ve düşünce özgürlüğünün önündeki engel olan TMK kaldırılmalıdır. Bu ülkenin kanayan yarası olan cezaevlerindeki hasta tutsaklar başta olmak üzere, düşüncelerinden ve siyasi faaliyetlerinden dolayı tutuklu, hükümlü olan tüm tutsaklar özgürlüklerine kavuşturulmalıdır. Aşırı merkeziyetçi, otoriter yönetim sistemi artık aşılmalı ve demokratik katılımcılığı esas alan ademimerkeziyetçi bir sisteme geçiş için reformlara başlanmalıdır. Kürt sorununun da çözüm imkânları her zamankinden çok daha fazladır. Sayın Öcalan'la geçtiğimiz yıl İmralı'da başlatılan diyalog süreci artık müzakereye dönüştürülmeli ve demokratik siyasal çözüm adımları zaman kaybetmeden atılmalıdır. Demokratik çözüm süreci yasal bir statüye ve çerçeveye kavuşturulmalıdır. Aleviler başta olmak üzere, bu ülkedeki tüm farklı inanç ve kimlikler üzerindeki baskılar artık son bulmalı, tüm farklı kültürler anayasal, yasal güvence altına alınmalıdır. Ana dilde eğitim yasağı kaldırılmalı, çocukların kendi ana dillerinde eğitim almaları sağlanmalıdır. Faili meçhuller başta olmak üzere, geçmişte yaşanan tüm karanlık olayların aydınlatılması için hakikat ve adalet komisyonu kurulmalıdır. Kadına yönelik şiddet ve tecavüzü önleyecek etkili politikalar ve çözümler üretilmeli, kadın cinayetleri önlenmelidir. Yolsuzluklarla yüzleşilmeli, yargısal süreç işletilmelidir. Doğayı, çevreyi katleden yağmacı anlayış terk edilmeli, kaynakların eşit ve adil dağılımı için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Çocuklarımıza eşit fırsatlar sunulmalı, kendilerine, özgür bir geleceği hazırlayabilecekleri imkânlar yaratılmalı, güvenli ve barışçıl bir ortam oluşturulmalıdır. Geleceğimiz olan çocuklarımıza yönelik her türlü ayrımcı uygulamaya, şiddete, sömürüye, çocuk işçiliğine ve çocuk tutukluluğuna son verilmelidir. Çocuk haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelerdeki çekinceler kaldırılmalıdır. Bu vesileyle, gerek Türkiye'deki gerekse dünyadaki bütün çocukların daha barışçıl bir dünyada yaşayabilmelerini temenni ediyor, onlara özgür bir ortam yaratmak için mücadele edeceğimizin sözünü veriyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum" dedi.

KÜRKÇÜ : 18 YAŞINDAN KÜÇÜK 23 MİLYONDAN FAZLA ÇOCUĞUN BÜYÜK BÖLÜMÜ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ MAĞDURU


HDP Eş Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, "Resmi takvime göre bugün bayram: Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bundan 94 yıl önce kurulmuş olmasına ve çocuklarımıza adanmış bir bayram. Bayramınız kutlu olsun. Çocuklar bugün biraz olsun eğlendiriliyor olabilirler belki, ama çoğumuz 'neşe doluyor' değiliz. TBMM, kuruluşunun birinci yılında Saltanatı ortadan kaldırmış, ikinci yılında Anadolu'nun İtilaf Devletlerince işgaline son vermeyi başarmış, üçüncü yılında Osmanlı Devleti'ni dünya hakimiyeti iddiasıyla girdiği 1. Dünya Savaşı'nın yıkıntıları içinde bırakmış, enkazdan Cumhuriyet ilan ederek çıkmıştı. 23 Nisan'ı bayram ilan edenler, toplumu bir umutsuzluk deryasından kurtaran başarılarını kutlamakta hiç de haksız sayılmazlardı" dedi.

Kürkçü, "Ancak bu kurtuluşun nimetleri o gün de, bugün de toplumun üyeleri arasında eşit olarak paylaşılmıyor. Cumhuriyetçi ütopyanın sürekli beslediği yanılsamaya karşın, hiçbir zaman “kederde, tasada ve kıvançta birö, 'imtiyazsız, sınıfsız bir kitle' değiliz. Dünyada gelir dağılımı adaletsizliğinde üçüncü sırada yer alan bir ülkede bu yanılsama da sadece kuru laf değil. Bu klişeler, Osmanlı'dan miras '72,5 millet'ten tek bir 'Türk milleti' yaratmaya, 'millet'i, bir 'iç pazar' oluşturacak şekilde bir Türk sermaye sınıfı çevresinde birleştirmeye; sermaye yetersizliğinin işçi ve köylülerin acımasızca sömürülüşü ve ağır vergilerle ikamesini meşrulaştırmaya hizmet eden resmi öğretinin özetiydi. TBMM bütün tarihi boyunca, bir sınai-teknik devrime ve bir tarım-toprak devrimine dayanmaksızın, büyük toprak sahipleri ve geleneksel eşrafın ağır, uzun ve sancılı bir süreçte burjuvalaştırılmasını hedefleyen bu 'yukarıdan modernleşme' ve 'çağdaşlaşma' hamlelerinin sahnesi oldu. Kendisi modern olmayan, bir ayağı toprakta, öbür ayağı ticaret ve faizcilikte duran bir toplumsal ucubenin 'modernleşme' hamlelerinin her krizi TBMM'nin de krizi oldu. Bu fantastik doktrin, 94 yıl boyunca her askeri darbe ve müdahaleyle kendisini yeniden üretmeyi sürdürdü. Benzer bir tıkanmanın pençesindeki hükümetin bugün de rakiplerine karşı aynı öğretiyi hizmete çağırdığını görmek hiç şaşırtıcı değil: 'Milletimize karşı fesat', 'yabancı güçlere hizmet'... Çare 'Milli birlik ve beraberlik.' Cumhuriyet'in, İttihat ve Terakki rejiminden tevarüs ettiği ve bugünün Türkiyesi'ne miras bıraktığı açmazların kaynağında bu yukarıdan modernleşme ve ulus inşasının yol açtığı, hala kanayan ve kapanmamış yaralar, büyük trajediler ve onların siyasi ve insani yükleri var. Bugün “Anadolu Kaplanlarıö diye anılan taşra eşrafına sermaye transferi ihtiyaçlarıyla ilişkilendirilmedikçe, 1915'te Ermeni, Asuri ve Süryanilerin uğradıkları katliamlar açıklanamaz. Kürtlerin 1920'lerde, daha TBMM teşekkül ederken uğraya geldikleri ve günümüze kadar süregiden, tenkil, tedip ve katliamlar ile inkar ve asimilasyon da İttihat ve Terakki'den devralınan 'Türk unsuru'nun hakim olduğu etnik olarak türdeş bir millet kurma hırsından besleniyordu. Anadolu'nun otokton halkı Rumların bu topraklardan kazınması da aynı etnik arındırma siyasetinden türedi. Devlet adamlarımızın onları adını ağızlarına aldıklarında, 'affedersiniz Ermeni, Rumö diye konuşmaları 'etnik temizlik' kültürünün yansısıdır. TBMM, bugün halklarımızın kaderini değiştirmek üzere geçmişin bu yüklerinden kurtulmak için harekete geçebilecek mi? 1920'ler 30'lardan devralınan bu sorunları çözme iradesini ele alacak mı? Savaşa son vererek Kürt halkına ve bütün halklarımıza barış ve özgürlük içinde bir yaşam sunacak mı? Günümüzün sorusu bu" dedi.

Kürkçü, "Yaşadığımız herşeyi, mukadder olduğu için yaşamıyoruz. Geçmişe bakarken tutulmuş yollar kadar, tutulmamış yolların da yaşadıklarımız ve yaşayamadıklarımız için bir ibret vesilesi olduğunu düşünebiliriz. Örneğin TBMM 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu'nda öngörülen idari teşkilat ve yönetim ilkelerini, ırkçı ve tekçi Anayasalara feda etmemiş ve geliştirmiş olsa, Kürtler'e Türkler ve diğer halklarla birlikte özerk ve demokratik bir ortak yaşamın kapısı çok önceden ve barışçı bir biçimde açılmış olabilirdi. Ya da devletin İslam'ı kendi hizmetine sokmayı gözeten otoriter laiklik anlayışı yerine, bütün inançlara eşit uzaklıkta duran özgürlükçü laikliği benimsemiş olması halinde inanç ve mezhep farklılıkları bugünkü gibi gerginliklere yol açmayabilir, Alevilik de Hıristiyanlık ve Yahudilik de korkusuzca yaşanabilirdi. TBMM'nin kuruluşunun 94. yılında içine sürüklenmekte olduğumuz rövanşizmin ve 'Sultansız sultanlık' arayışının, 'kindar nesiller yetiştirme' reaksiyonu Cumhuriyet'in mukadder olmayan bu doğum kusurlarından da besleniyor. Nesnel koşullar ne olursa olsun, geleceğin şekillenmesinde insan iradesi ve bilincinin payını, geleceği öngörme ve ona uygun hareket etme yetisinin bir maddi güce dönüşme potansiyelini ihmal edemeyeceğimizi akılda tutmamız gerek. TBMM demokratik ve özgürlükçü bir yeni Anayasayı yazarak, toplumun ve devletin yeniden kuruluşunun yolunu açma gücünü kendi köklerinde arayabilir. 1920 Meclisi'nin yarım bıraktığı işi devralmaya cesaret edebilir. 2014'ün TBMM'si, 1920-22 TBMM'sinin aynasında kendisine baktığında, yürütme karşısında ne kadar büyük güç yitimine uğradığını dehşetle görecektir. Hem Meclis Başkanlığı'nı hem Başkumandanlığı elinde tuttuğu halde Mustafa Kemal Paşa'nın kendisini sorgulayan milletvekillerine hesap vermek, 'diktatörlük' eleştirilerini sineye çekmek ve eleştiri sahiplerine saygı göstermek zorunda kalışına bakarak vekillerimiz kendilerine değer biçebilirler. 94 yıl sonra bugün TBMM hala demokrasinin döl yatağı, egemenliğin sahibi değil, sadece para ve güç sahiplerinin egemenliği için halktan onay üreten bir kurumsa, bunu sorumluluğunu 'liderlerö' atfedemeyiz. Her vekil layık olduğu liderce yönetiliyor. Ve çocuklar... Her toplumsal ve siyasal rejimin gerçek niteliğini onların aynasında sınadığımız çocuklarımız. Türkiye'yi yönetenler TBMM'nin kuruluşundan 94 yıl sonra her türlü ihmal, zulüm, dışlama ve yoksulluğu reva gördükleri çocuklar önünde diz çöküp özür dilemeye borçlu iken, bir parodi halinde koltuklarını onlara birkaç dakikalığına ikram ettiklerinde, çocukları kendilerine benzetmekten başka bir şey yapmış oluyorlar mı? İkiyüzlülüğe son verelim. Türkiye çocuk dostu bir ülke olarak anılmak için çocuklara 23 Nisan'ı adamış olmanın ötesinde ne sunuyor? UNICEF 2012 Raporu'na göre, Türkiye'de yaşayan 18 yaşından küçük 23 milyondan fazla çocuğun büyük bölümü insan hakları ihlalleri mağduru" dedi.

Kürkçü, "Kız çocukları cinsiyet eşitsizliğinden muzdarip. Her dört çocuktan biri göreli yoksulluk koşulları içinde yaşıyor. Çocuk yoksulluğu genel yoksulluktan daha yüksek. Her on çocuktan biri bodur, yani boyları yaşlarına göre daha kısa. Çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinden bazıları sürüyor. Bir milyona yakın kız ve erkek çocuk, tarımda mevsimlik işlerde, diğer milyonlarcası sokaklarda, sanayi ve hizmetler sektörlerinde sürekli olarak ve/veya tehlikeli işlerle uğraşıyorlar. Azgelişmiş bölgeler ve kırsal yörelerde yaşayan çocuk ve gençlerin önemli bir bölümü maddi yoksunlukla boğuşuyor. Bebek ve çocuk ölümleri, bodurluk, okula gitmeme ve cinsiyet eşitsizliği gibi sorunlar en çok kırsal kesimlerde ve Doğu ve Güneydoğu'da görülüyor. İnternet erişimi, bos? zaman ve sosyal etkinlik fırsatları da aynı ölçüde sınırlı. Kentlerin yoksul kesimlerinde yaşayan ana babaları çoğunlukla kırlardan ve azgelişmiş bölgelerden gelen çocuklar yoksulluğa, yoksunluğa ve de sosyal güvensizliğe maruz kalıyor. Anadilleri Türkçe olmayan çocuklar, örgün eğitimin ilk yıllarında güçlüklerle karşılaşıp, daha bu yaşlarda diğer öğrencilerin gerisinde kalıyorlar. Türkiye'de ilköğretimin kalitesizliğinin başta gelen nedenlerinden biri, çocukların anadilinde eğitim ve öğrenim göremeyişleriyle doğrudan ilişkili. Kürtçe ve Arapça konuşanların çoğunlukta oldukları iller ve yörelerde Kürdistan'da ve Kürdistan'dan göç edenlerin yoğun olarak yaşadıkları diğer kentlerde bu sorun kendisini sürekli olarak yeniden üretiyor. Kürdistan'da siyasal gerilimlerin ve şiddetin ortasında yaşayan çocuklar ve gençler, maddi anlamdaki yoksunluklarına ek olarak psikolojik stres, ayrıca ölüm ve yaralanma gibi ciddi risklerle karşı karşıya. AB aday üyesi Türkiye'de Gündem Çocuk Derneği'nin 2013 'Çocuğun Yaşam Hakkı Raporu'na göre, 1 Ocak-31 Aralık 2013 tarihleri arasında 6 yaşındaki Efe Boz gibi sağlık, bakım, eğitim gibi kamu hizmeti alırken en az 21 çocuk; 13 yaşındaki Uğur Kaymaz gibi yargısız infaz sebebiyle en az 4 çocuk; 14 yaşındaki Ceylan Önkol gibi kara mayınları ve askeri mühimmat sebebiyle en az 5 çocuk; 15 yaşındaki Berkin Elvan gibi toplumsal olaylar sırasında en az 3 çocuk; 9 yaşındaki Mert Aydın gibi şiddet sebebiyle en az 41 çocuk; 13 yaşındaki Ahmet Yıldız gibi iş cinayetleri sebebiyle en az 89 çocuk; 3,5 yaşındaki Pamir gibi kentsel ve kırsal alanda en az 101 çocuk yaşamını kaybetti. Bugün Van'ın Erçek İlçesi'nde arkadaşlarının çocuk yaşta evlendirilmesine karşı kız çocukların başlattığı isyan TBMM'ye bir kez daha hatırlatmalı: Çocuklar gerçek bayramı iki yüzlü resmi törenlerde değil, onurlu ve özgür yaşama iradelerini ifade edebildiklerinde yaşayacaklar. Çocukların TBMM'den beklediği şey, ihtiyaçlarının ne olduğunun kendilerine sorulması ve bunun gereklerinin karşılanması. TBMM işe, 'Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne koyduğu çekinceleri kaldırarak ve bu hakları eksiksiz yaşama geçirerek başlayabilir" dedi.