Arkadaş grubuyla birlikte hafta sonunda Gökçeada ya gittik.

İlk defa gittiğim için hayalimdeki adayla bulduğum adanın aynı olmadığını gördüm.

Sokaklara baktığımızda ucuz iş gücünün bir parçası haline gelen Kürt gençlerinin her tarafta göründüklerini ve yoksulluğun, garipliğin bütün izlerini üstlerinde taşıdıklarını gördüm.

Yaz sezonunda gelecek olan zenginlerin ön temizliğini, tamir ve tadilatlarını yapmak için oralarda sefillik içinde yaşadıklarına şahit oldum.

''Nerelisin'' diye sorduğum Mahmut kardeş ıkına sıkına çekinerek ''Vanlıyım'' diyebildi.

Yani ülke sınırları içinde beraberce, kardeşçe yaşamamız gerektiğini anlatanların, genç kardeş Mahmut'un ''Vanlıyım'' derken suçluymuş psikolojisiyle vermiş olduğu cevabı yüzünde gözünde ve mimiklerinde görmek gerekiyor.

Onunla yaptığım sohbette doğu illerinden yoğun işçilik için gelenler olduğunu, bir kez de onun sözlerinden de doğrulamış oldum.

Akşamları pastahanelerde ve çayhanelerde ürkek çekingen ve güneşin dahada yaktığı esmer tenleriyle oturduklarını, ama rahat olmadıklarını bir bakışta anlamak mümkün.

Eskiden burada yaşayan ve adanın gerçek sahipleri olan Rumların adada çok az kaldıklarını ve 6000 olan tabela nüfusuna göre 400 kişinin yaşadığı bilgisini alıyoruz.

Rum köylerinin Zeytinli,Tepeköy,Dereköy olduğunu öğreniyoruz.

Bu köyler tıpkı Güneydoğuda terk edilen, yıkılan, yakılan köyler gibi bomboş duruyor.

Yıkılan bir evin içine bakıyorum.

Sessiz sakin ve yaşayanların hiç bir izi ve kalıntısının kalmadığı kuru bir taş yığını olarak karşımda duruyor.

Acınası bir durum.

Hayal kuruyorum, bu evde hangi güzellikler ve acılar yaşandı.

Bu acıları ve güzellikleri yaşayan insanlar neden hala burada yaşamıyorlar?

Biz mi istemedik, onlar mı istemedi?

Mübadelenin acımasız çarkları içine mi düştüler?

Nerede bu insanlar diye sormadan edemiyor insan.

Tepeköy'de kilise yıkılmış kalan dört duvarı üzerine ahşap bir tavan yapmışlar ve restorasyon devam ediyor.

Hemen bitişiğindeki müştemilatına ise bir kafe yerleştirmişiz.

Gökçeada da Rumların olmadığı bir gerçek.

Yerlerine ise, Güneydoğudan ve Karadeniz bölgesinden gelen yurttaşlarımız yerleşmiş.

Rumlar yok ama, onların isimleriyle restoranlar ve kahveler dükkanlar açmışız.

Ölüm ve yok oluşun üstünden ticaret yapma sevdamız sonuna kadar devam ediyor.

Adada yeni hava alanı açılmış.

Büyük yatırımcıların bundan sonra geleceği söyleniyor.

Bu güne kadar hiç bir yatırım yapılmamış.

Konuştuğum bir yurttaş ise ''buraya beş yıldızlı oteller istemiyoruz,burası bu haliyle bakir ve bin yıl eskisi gibi kalsın'' diyor.

''Betonarme binalar yerine taş binalar yapılsın istiyoruz.''diyor.

Çünkü bu tür talepler ve ticaret kaygısı gütmeyen ve insanlık için, çevre için taleplerin sıradan insanlardan gelmesi ise beni sevindirdi.

Talepleri, adanın güzel ve bakir kalması için yapılan talepler.

Buranın bu şekilde kalacağını hiç sanmıyorum.

Hava alanının açılması bile arsa fiyatlarını ikiye katlamış.

Başka bir gözlemim ise, adanın en güzel koylarında devlet kurumlarının eğitim kamplarının olduğu.

Maliye ve Milli Eğitim kampları adanın en güzel koylarında mimari çirkinlik içinde yaşamını sürdürmeye devam ediyor.

Gökçeada burnumuzun dibinde Ege'nin orta yerinde bin yıl öncesindeki gibi talan edilmeden yerinde duruyor.

Türklerin buralarda yaşayıpta bu adayı talan etmemiş olması ise bir bilimsel çalışma konusu olmalıdır.

Otelimizin önünde masada oturup çay kahve içerken, karşımızdaki dükkan sahibi bayanın üç dört yaşlarında çocuğunun çığlık çığlığa ağlamasını görünce dayanamadım sordum.

''Neden ağlıyor'' diye.

Sorduğumda bayan; '' koskoca çocuk oldu hala anne sütü istiyor, baş edemiyorum'' dedi.

Anne sütü alamayacağını anlayınca ağlamayı bitirdi, yanındaki bisiklete bindi ve kaldırım üzerinde sinirle tur atmaya başladı.

Anneye yaklaşınca ağlıyor, uzaklaşınca susuyordu.

En sonunda süt içemeyeceğini anladı ve ağlaması tamamen kesildi.

''Ağlamayana meme yok'' deyimi, ağlayana da meme yok şekline dönüşmüş oldu.

''Gökçeada ya bir kez daha gider misin'' diye sorsalar, ne giderim ne de gitmem diyemem.

Çünkü bin yıl öncesiyle bu gün arasında sıkışmış kalmış bir ada.

Yenilik ve çağın gereklerinin lüksünü şatafatını isteyenler için doğru bir yer değil.

Geçmişi ve Rumların adayı terk etmesinden doğan dramı ve terk edilmiş köyleri kiliseleri görmek isteyenler için gidilmesi görülmesi gereken bir yer olarak orada duruyor.

Tıpkı binlerce yıldır durduğu gibi.