TRAKYA Üniversitesi (TÜ)  İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cemile Arıkoğlu Ündücü, "Kadın toplumdan o kadar çok dışlanıyor, o kadar çok evin içine alınıyor ki bu kadar çok yasal önlemler almanın bir anlamı kalmıyor. Belki de kız çocuklarına eğitim verirken şunu söylemek lazım; 'Fark edilmek için değil, fark yaratmak için çalışın'" dedi.
TÜ Eğitim Fakültesi ve Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Edirne Şubesi iş birliğiyle düzenlenen 'Kamu Hayatında Türk Kadını' konulu konferansta, kadının kamu hayatındaki yeri ve bu noktada Türkiye'deki tarihsel süreç konuşuldu. Konferansa konuşmacı olarak katılan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cemile Arıkoğlu Ündücü, kadın cinayetleri ve cinsel istismarlar konusunda alınan yasal önlemlerin, düşüncenin ve zihniyetin değişmediği sürece hiçbir anlamı olmadığını söyledi. Kadının toplum içindeki yerinin değişiminin, toplumun zihniyetinin değişimine bağlı olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Ündücü, "Kadının statüsünün değişimini istiyorsak kesinlikle toplumun ve toplumun zihniyetinin değişiminden bağımsız olmadığını bilmek gerekiyor. Aslında en son söyleyeceğimi en baştan söylemek istiyorum, yani bilinçli yurttaşı yetiştirmek ve toplumu dönüştürmek yapılacak ilk iş" dedi.
'FELSEFE BÖLÜMLERİNDE KADINLARA ÖZGÜ DERSLER VERİLİYORDU'
Türkiye'de 1919 yılında kadınlara Felsefe Fakültesi'nde eğitim hakkı verilirken, aynı dönemde İngiltere'de kadınların üniversitelere yanlarında erkek vekaleti olmadan gidemediğini ifade eden Ündücü, "Bir bütün olarak baktığımızda, kadın eğitimden mahrum bırakılıyorsa bilmek gerekiyor ki toplumun az gelişmiş olmasıyla yakından ilgisinin olduğunu biliyoruz. Biz, Türkiye'de kadının eğitime katılımının Cumhuriyetle birlikte başladığını biliyoruz. Çünkü Kurtuluş Savaşı'nın ertesinde Türkiye 13 milyonluk bir nüfusa sahipti ve nüfusun sadece yüzde 1,5 okuma yazma oranına sahipti. Baktığımızda 19 Mart 1919'da ilk kez Milli Eğitim Bakanı Ali Kemal Bey üniversitede Felsefe Fakültesi'nde kadınlara özgü dersleri başlatmıştı. Bu tarihlerde İngiltere'de kadınlar üniversiteye erkeklerin vekaletiyle girebiliyordu. 1945 yılına kadar İngiltere'de kadınlar yanlarında bir erkek olmadan üniversitelere giremiyordu" diye konuştu. 
'İSTİHDAMIN YÜZDE 20'Sİ KADIN, 100 KADINDAN 84'Ü TARIM SEKTÖRÜNDE'
Türkiye'deki kadın işsizlik rakamlarına da değinen Ündücü, "Türkiye'de toplam istihdamın yüzde 20'sini kadınlar oluşturuyor. Kırsal alanda çalışan her 100 kadından 84'ü tarım sektöründe ve bu 84'ün yüzde 77'si de herhangi bir ücret almaksızın aile iş gücü olarak çalışmakta. Bugün üretim sürecinin her aşamasına katılan kadın ücretsiz aile işçisi konumunda. Kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları belki de en önemli sıkıntılardan birisi de sigorta veya sosyal güvenceden yoksun olarak bu işlerde çalışmak zorunda kalması. Türkiye'de istihdam edilen her 100 kadından 58'i herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı olmaksızın çalışmak zorunda. Çalışma yaşamında yer alan kadınlar da, hamilelik ve çocuk bakımı gibi faktörlerden dolayı dezavantajlı duruma düşmekteler. Biz özellikle 1940'lı yıllardan sonra kadını pek göremeyiz. Çünkü genel anlamda bu alan kadının alanı olarak görülmez. Yasal düzenlemeler bugün çok. Türkiye'de o kadar çok kadın cinayetleri, cinsel taciz davalarına karşı o kadar çok yasal önlemler alındı ki. Ama kadın toplumdan o kadar çok dışlanıyor, kadın o kadar çok evin içine alınıyor ki senin bu kadar çok yasal önlemler almanın bir anlamı yok. Sebebi şu, yapmış olduğunuz yasalarla toplumsal yaşamın birbirine paralel gitmesi gerekiyor, örtüşmesi gerekiyor" dedi.
'KIZ ÇOCUKLARINA, 'FARK EDİLMEK İÇİN DEĞİL FARK YARATMAK İÇİN ÇALIŞ' DEYİN'
Doç.Dr. Ündücü, topluma eğitimde verilecek kültürün neyle beslendiğinin çok önemli olduğunu ifade ederek, "Kadının rolü budur, evin içindeki işleri o yapar, dışarıdakileri erkek yapar şeklinde bir eğitim sistemi mi, yoksa hep beraber olunursa ancak o şekilde kalkınma hamleleri olur şeklindeki gibi bir eğitim mi vermek. Çünkü biz televizyonları açtığımızda hamile kadının sokakta dolaşmasının estetik olmadığı gibi, ya da 6 yaşındaki bir çocukla nikah kıyılabileceğine dair bir takım bazı kimselerin önem verdiği insanların ağzından bunları duyduğunuzda oradaki kültürü neyle beslediğiniz çok önemli. Toplum ne yazık ki değişmedi. Yasaları yapıyorsunuz, önlemleri alıyorsunuz ama toplumun kültürünü dönüştürmek, bilinçli yurttaşı yetiştirmek noktasında sıkıntılar var. O zaman demek ki yurttaş dediğimiz, birey olmak bunun hakkını verebiliyor muyuz? Bu önemli. Belki de kız çocuklarına eğitim verirken şunu söylemek lazım, 'fark edilmek için değil, fark yaratmak için çalışın' demek gerek. Fark edilmeye çalıştığınızda edilgen oluyorsunuz, nesne oluyorsunuz ama fark yarattığınızda özne oluyorsunuz" dedi.