Tarihin derinliklerinde güzel insanlar yaşamıştır ve onların eserleri hala okunur, mezarları hala saygıyla ziyaret edilir.

İslam dininde ise ''Ölünün diriye faydası yoktur'' şiarı, söylemi olmasına rağmen, çağının güzel insanları hiç ölmemiş gibi muamele görür.

Hangi yılda yaşadığına, o günün toplumsal şartlarına bakılmadan, ölen insanlara bu gün hala ''Ermiş'' muamelesi yapılır.

Yaşar Kemal'in dediği gibi, ''Ermişler savaşlarda ve kıtlıklarda ortaya çıkar'' misali o günün şartlarında savaşın, yokluğun orta yerlerinde dik duran, üreten, toplumu yönlendiren bunalımlardan kurtaran bu insanlar, bu gün İslam'a inanan bir kısım yurttaşlar tarafından ermiş kabul edilir.

Oysaki, Hazreti Muhammedin veda hutbesinde de belirttiği gibi, İslam o günden sonrasında insanı eşitlemiş ve ermiş olma alanını kapatmıştır.

Bir insan diğer insana göre daha bilgili, daha donanımlı, daha akıllı olabilir.

Bir insan diğer insandan bu yönleriyle bir adım önde olabilir.

İnsan diğer insanın ulvi anlamda emiri, el sürülen yüz sürülen ermişi olamaz.

İslam kesinlikle bunu söylemesine rağmen, cehaletin egemen olduğu İslam, ermişler yaratmaya devam eder.

Bundan dolayı cehaletin ürettiği İslamla yetişen zavallı yurttaşlar çaresizlikten, ev edinmek, üniversite sınavını kazanmak, evlenmek, araba almak için Arap baba, bardakçı dede,telli baba gibi isimlere sığınma, türbelerine el yüz sürme ihtiyacı duyar olmuştur.

Hadi tarihin derinliklerinde görev yapan ve bu gün hala anılan saygı gören bu insanlar kendi yüz yılında güzel işlerin insanı olmuş olabilirler.

Bunu anlamak için o yüzyılda yaşamak gerekir.

Böyle bir şansımız olmadığına göre, yaşadığımız yüz yılda iletişimin en büyük dil olduğu, bir parmak ucuyla en uzak diyarları göz ucumuza sokan teknolojinin olduğu bu yüz yılda olanlara ne demeli?

Bu yüz yılda görev yapan insanların türbeleri ziyaret edilir, saygı duyulur ve yaptığı görevlerden dolayı manevi boşluğa teşekkür edilir.

Tıpkı Atatürk'ün kabrinin ziyareti gibi.

Atatürk putlaştırılmaz, yüz sürülmez, bana ev ver, üniversite kazandır denilmez.

Peki vatan caddesinde türbesi bulunan Turgut Özal kimine göre iyi işler yapmış, kimine göre ülkeyi emperyalistlere satmış, kimine göre ermiş, kimine göre ermiş olduğu için eti bile çürümemiş, kimine göre hırsız,kimine göre bir kuruş bile yetim hakkına tenezzül etmemiş bir kimse yüz yıl sonra ''Turgut baba'' olabilir mi?

İşte bu coğrafya da aklın mantığın kabul etmediği bu olaylar öyle şeyleri bize gösteriyor ki, nur topu gibi bir babamızın daha doğmasına şahitlik ettik.

Evet Nur topu gibi ''Apo baba'' geliyor.

Abdullah Öcalan'ın doğduğu evin duvarlarına yüz süren, etrafından toprak alan ve ona ermiş muamelesi yapan ve bu düzen tarafından cahil bırakılmış büyük bir kitlenin yaptıklarını canlı yayınlarda izledik.

Hani yazının başında Yaşar Kemal'in bir sözünü hatırlatıp ''Ermişler savaşlarda ve kıtlıklarda ortaya çıkar'' söylemine paralel olarak yüz yıllık kaos, otuz yıllık kan göz yaşı bir Apo babayı çıkaracaktır.

Yakında ''İmralı adasından uçtu, askerler koğuşunda bulamadı ,bütün adayı aramalarına rağmen izine rastlanmadı, sabah ezanıyla birlikte bir de baktılar ki kilitli kapılar açılmadan tekrar koğuşunda geri döndü'' hikayelerini ve safsatalarını duyarsanız hiç şaşırmayın.

Bu safsataları başka babalar için yüzyıllardır bu coğrafya insanı üretmedi mi?

Bu coğrafya cehaletten, bilgisizlikten ne babalar, ne ermişler çıkarmıştır.

Cehalet ve çaresizlik bunun en büyük yetişme iklimidir.

En son Turgut babayı Vatan'a gömdük, ölünce Apo babayı nereye gömersek gömelim yüz sürecek, üniversite kazandıracak bir babamız daha doğdu.

Vatana millete Kürde Türk'e ''Apo babamız'' hayırlı olsun.

Allah bizi babalardan, dedelerden, ermişlerden korusun...Amiiiiiin....