Konar göçer bir yaşam şeklini benimseyen atalarımız, genellikle yazmaktan pek haz etmemişler. Deyişler, türküler, koşmalar, fıkralar gibi sözlü edebiyatın bütün örneklerine Anadolu’nun her köşesinde rastlamak mümkünken, yazılı kaynakların sıkıntısı tüm tarihçiler tarafından dile getirilmektedir.Bu da tarihçileri hep kolaya, hazırcılığa rivayetlere yöneltmiş, kimilerini ise en hassas konuları popülize edecek kadar gayri ciddiliğe sürüklemiştir. Tiraj kaygısıyla, yalan yanlış bilgiler yazılıp piyasaya sürülmektedir.’’Eğer meşhur olmak istiyorsan putlara hücum et’’ sözü yazarların düsturu haline gelmiştir.
 
      Okullarımızdaki tarih kitapları her zaman ki zevksizliğiyle, herkesi öğrencilik yıllarından itibaren tarihten soğutmak için yeterli oluyor.

Gerçekten bu işe gönül vermiş tarihçiler,kendi arşivlerinde ulaşamadıkları bilgilere,artık dönemin kaynaklarından yararlanarak en doğru bilgiyi okura ulaştırmak için dağ tepe demeden yerinde araştırmalar yapıyorlar.

Türk tarihi araştırmaları yapan tarihçilerimizin işi gerçekten zor. Farklı uygarlıklarla iletişim halinde olan ecdadımızı,yaptıklarını anlamak için bu gün bir Çin, İran, Rus, Arap.Bizans tarihlerini incelemeden sağlıklı bilgilere ulaşmak imkansız. Arşivlere inip okumalar yapmak,dönem tarihçilerinin eserlerini hem tarihi hem sosyolojik açıdan değerlendirmek gerekiyor.
 
      Tarih dipsiz bir kuyu gibi. Ne kadar bakarsak bakalım tam anlamıyla görmek imkansız. Ama bu durum oradaki gerçeğin yok olacağı anlamına gelmiyor. Derin bir araştırma merakı karanlığın aydınlığa çıkması için yeterli olabilir.

Türk tarihi ile yeni tezlerin ortaya atılması da bunun en iyi göstergesi. Ancak her teze itibar etmek doğru değil. Objektif bir tarih yazmak için uluslararası düzeyde kabul gören tarihçilere ihtiyaç var.Türkiye’de yaşayan en büyük tarihçi olarak lanse edilen Prof.Dr.Halil İnalcık bu işe gerçekten yıllarını vermiş bir üstad. Osmanlının kuruluşu üzerine ortaya attığı iddia ise gerçekten önemli. Ünü sınırları aşmış tarihçimiz Halil İnalcık  yaptığı araştırmalar neticesinde kuruluş tarihi ile ilgile bilgilerin 1302’yi işaret ettiğini söylemektedir.1302’de Osman Gazi’nin kazandığı Yalak ova(Bu gün ki Yalova) Koyunhisarı(Bapheus)zaferi Anonim Tevarih-Ali Osman’da uzun uzadıya anlatıldığını söylüyor.Aşıkpaşazade’de ise sadece iki cümle geçtiğini aktarıyor. Bu önemli zaferin ayrıntılarını Osman Gazi’nin çağdaşı Bizanslı Georgisos Pachymyeres’in eserinde bulduğunu söylüyor. Yalak ova’da Osman Gazi’nin 5 bin kişilik kuvvetle Bizans kuvvetlerini denize döktüğünü yazıyor. Bizans kaynakları bu savaşı Osman Gazi’nin büyük bir zaferi olarak tespit etmiş ve bundan sonra Osman Gazi’nin bayrağı altına Anadolu’dan gazilerin gelip katıldığına işaret ediyor. Ünlü tarihçi sözlerine şöyle devam ediyor: ’’Osman Gazi’nin kariyerinde,beylik yani bir devlet kuruluncaya kadar bir takım aşamalar vardır. Babası Ertuğrul Gazi gelip bir uc beyliği kuruncaya kadar söğüt’te yerleşiyor.Bir aşiret olabilir ama bu beylik,bir  devlet kurulması şeklinde yorumlanamaz. Osman 1288’de Eskişehir yakınında tepede Bizans tekfuru elindeki Karacahisar kalesini fethetti.Bazıları bunu Osmanlı Beyliği’nin kuruluşu olarak yorumlamıştır. Ondan sonra Osman 1299’a doğru Eskişehir’den Bilecik’e kadar geniş bölgeyi fethetti. Yenişehir sınırında Bizans’a karşı yerleşti ve akınlara başladı.Bunun tarihi 1299’dur. Bu söylediğim tarihlerin herhangi birini beyliğin, devletin kuruluşu olarak alabilirsiniz.
Ama bu aşamalardan hiçbiri Bapheus Zaferi gibi çağdaş kaynak tarafından tam tarihiyle teyit edilmemiştir. Ancak Osman’ın 27 Temmuz 1302’de Bizans ordusuna karşı kazandığı zafer çağdaş Pachymeres tarafından zikredilmiştir.Bu nedenle bir tarihçi olarak 27 Temmuz 1302 tarihini alıyorum.’’
 
       Hocanın söylediklerine kayıtsız kalmak imkansız. Derin bilgisiyle uzun yıllar süren çalışmalarıyla ortaya attığı bir iddia. Karar sizin,üç yıldan bir şey olmaz demeyin üç günlük dünyada üç yıl uzun bir zaman dilimi.