Yıllardır taşeron kelimesiyle, soygun, acımasızlık, emek sömürüsü eş anlamlı kullanılır olmuştur.
Taşeronluk, ucuz iş gücünün ve emeğin rahatça sömürüldüğü sorunsuz bir limandır.
Taşeronluğun olduğu yerde, vicdan ve acıma yoktur.
Taşeronluk insanın ucuzladığı ve alınıp satılabildiği bir sömürü alanıdır.
Son zamanlarda ise belediyelerin çöp toplama işinde kullanılır olmuştur.
Devletin sosyal kurumları ve toplu sözleşme içinde sendikal haklardan faydalanan bir işçinin emeğinin karşılığı, acımasız sermayedere pahalıya geldiği için bu yola girmeyi tercih etmektedir.
Bundan dolayı belediyeler bir işçiye yasal sınırlar ve sendikal haklar ölçüsünde 2500 lira öderken ,taşeron firma 800 liraya çalıştırabilmektedir.
Bundan dolayı taşeron kelimesi emekçi kesim için  nefretin ve sömürünün eşdeğer anlaşıldığı bir yer haline gelmiştir.
Bu anlayışın içinde acıma duygusu ve vicdan yoktur.
Sokak süpürücülüğü yapan bir işçiyi çevirin ve sorun.
Onun yaşadığı sıkıntıları ve travmaları görün.
Nasıl olsa belediyeyi yönetenler, kendileri zevk-ü sefa ve lüksün karesi bir yaşam içinde oldukları için, bir gün olsun sokakta tozun toprağın içinde çalışan işçinin acılarını yüreklerinde hissedemeyecek duruma gelmişlerdir..
O işçinin evine vardığında çocuklarının çok masum isteklerini bile karşılayamamış olması, onların sorunu değildir.
Yaz boyunca meyva yiyemeyen, etin tadını unutan işçi çocuklarının acıları, onların sorunu olmaktan çıkmıştır.
O işçi artık onun  komşusu değildir.
Çünkü ''Komşun açken, sen tok yatamazsın'' kültürü yöneticiler için geçerli değildir.
Çünkü şehirler artık bölünmüş ve ayrışmıştır.
Zenginler bir yerde,orta gelir grupları bir yerde ve fakirler ezilenler emekçiler başka bir yerde yaşar olmuştur.
Yöneticiler zengin oldukları için komşuları da zengindir.
 Onların komşuları hiç bir zaman aç yatağa girmemiştir.
Fakirin kendisi aç, komşusu aç olduğu için onlarında birbirlerine ''aç mısın'' diyebilme şartları yoktur.
Bu durumda ''Komşun açken tok yatamazsın'' dini yaklaşımı ve inancı ülkemiz için geçerli olmaktan çıkmıştır.
Sistem içindeki siyasi partilerin içinde taşeronluk sistemine karşıyım diyen ve alanlarda yüksek sesle dile getiren bir tek parti var o da CHP.
CHP bu söylemi özellikle sayın Kılıçdaroğlu döneminde daha çok seslendirir olmuştur.
Söylemle eylemin aynı olması gerektiğinden dolayı, bu sözün gereği olarak CHP' li belediyelerde taşeron firmaların iş yapmalarına engel olması gerekiyor.
Bir kaç hafta önce CHP İstanbul  İl yöneticilerinden bir arkadaşla bu konuyu konuştuk.
Orada bir önerim olmuştu.
CHP' nin taşeronluğa karşı duruşunun pratiğe dönüşmesi için önümüzdeki günlerde (yerel seçimlerden önce) oniki belediye başkanı bir araya gelmeli.
CHP' li belediyelerde iş yapan taşeron firmaların sözleşmeleri feshedilmelidir.
Bu firmalarda kölelik düzeninde çalışan işçiler sosyal halklar ve sendikal düzenin, şefkatli, vicdanlı alanına alınmalıdır  
Bu konuda İstanbul'daki CHP' li belediyelerde çalışan işçilerinde katıldığı ortak bir toplantı yapılmalıdır. 
Sayın Kılıçdaroğlu'nun ''Taşeronluk sistemine karşıyız'' açıklamasını pratiğe dönüştüren adımı atması sağlanmalıdır.
Çünkü sosyal demokrasinin en temel konusu, vicdanlı olmaktır.
Sosyal demokratım diyerek ucuz emeğin sömürüsüne göz yummak, ''Diğer partilerden farklı bir yerde değilim'' mesajıdır ki; biran önce buna son vermek gerekecektir.
Sağcı ve İslamcı partilerin bu tür refleksler içinde olmasını beklemek, hayatın pratiği ve ülkemizin geçmişten bu güne gelen siyasi pratiğine de uygun düşmeyecektir.
Çünkü onlar fakirliği soygun düzenine ve adaletsiz yaşam şartlarına bağlamak yerine, kadere ve alın yazısına bağlamışlardır.
Onlara göre zenginliğinde fakirliğinde nedeni alın yazısıdır,kaderdir.
Kader, alın yazısı sormaz, sorulmaz, sorgulanmaz.
Hak aranmayacak ''Hakka'' yürüyecek ve fakirliğine teslim olacaksın şükredeceksin.
Bu davranış soygun düzeninin soyguncularının istediği toz pembe bir ortamın yaratılmasına neden olmuştur.
Bu anlayışın egemen olduğu iklimde ise sendika, demokrasi, hak arama kültürü yaşayamaz.