12 Eylül askerî darbesinin 40. yılı da arkasından okunan lanetlerle geçip gitti. Bu kadar büyük bir nefretle anılan başka bir siyasi hareket, insanlık tarihinde görülmüş müdür, araştırmaya muhtaçtır.

Besleme basın, hatta “merkez medya”, 12 Eylül’ü, bugünkü hükümetin durumunu tahkim etmek için kullanıyor. Bunu 27 Mayıs Devrimi’ni kötülemek için de bir vesile sayıyor.

12 EYLÜL’E NE YOL AÇTI?

12 Eylül’e yol açan Türkiye’nin 1980 öncesinde içine yuvarlandığı kargaşadır. Bazı radikal sol gruplar, o kargaşadan bir devrim çıkacağını umuyorlardı. Oysa Türkiye solu, iktidarı devralacak bir örgütlülükten ve güçten yoksundu. Siyaset, boşluk kabul etmez. Sen idare edemiyorsan bir idare eden bulunur. O boşluğu Kenan Evren’in başında bulunduğu Genelkurmay doldurdu.

İKİ SÜPER DEVLETİN TÜRKİYE ÜZERİNDE ÇEKİŞMESİ

12 Eylül, Türkiye üzerinde ABD ile Sovyetler Birliği’nin çekişmesi sonucunda bunlardan ABD’nin duruma hâkim olmasıyla sonuçlandı. 12 Eylül öncesinde bu hareketi önleyecek en doğru slogan “Ne Amerika Ne Rusya Tam Bağımsız Türkiye” idi. Aydınlık Hareketi, Sovyet Emperyalizmiyle mücadele ederken ABD ile işbirliği yapılabileceğine kadar işi götürdü. Solcuların büyük çoğunluğu “İki süper devlet” görüşüne şiddetle karşı duruyordu. Onlara göre Sovyetler Birliği Dünya sosyalizmimin merkeziydi. Solcu Aydınların büyük bir kısmı Sovyet etkisindeydi. Sovyet ideolojisi, “sosyalizm” kavramını kullanarak ülkemizdeki bazı önemli kitle örgütlerini ele geçirmişti. Bunun eleştirisi yapılmadan ve herkes eteğindeki taşları dökmeden 12 Eylül’den ders çıkardığımız söylenemez.

YANILGILAR

Hayat aynı zamanda yanılgıların da toplamıdır. 12 Mart 1971’de Hikmet Kıvılcımla Sosyalist gazetesinde “Ordu Kılıcını Attı” diye manşet atarken nasıl yanılmışsa, Aydınlık’ın “ABD’nin dünya çapında gerilediği, Sovyetlerin daha saldırgan hale geldiği” tezi de yanlış çıktı. Gerileyen ve yıkılan ABD değil, Sovyetler oldu. Sovyetler Birliği’nin sosyalist bir ülke olduğu da taraftarlarını utandıracak derecede yanlış çıktı. Kenan Evrenin sağcı ve solcu değil merkezde bir subay olduğu görüşü de yanlış çıktı. 12 Eylül rejimi, ordunun başında bulunan NATO generallerinin ne kadar kof ve bilgisiz olduğunu da gösterdi.

12 EYLÜL NASIL MEŞRULUK KAZANDI?

12 Eylül Askerî Darbesi yapıldığında nerdeyse istisnasız herkes derin bir nefes aldı. Kargaşa ve bölünme sona erecek, artık kimse can korkusu çekmeyecekti. Kenan Evren’i Genelkurmay Başkanlığı’na Başbakan Ecevit getirmişti ve Evren faşist bir mihrakın başı olarak tanınmıyordu. 1978 Kahramanmaraş katliamı nedeniyle Ecevit’in ilan ettiği ve Evren’in başında bulunduğu sıkıyönetim de halkın büyük kesiminden onay alıyordu. Kenan Evren, Darbe bildirisini, “kardeş kavgasına son verme” kavramına oturttu ve Meclis’in aylardır bir başkan bile seçememiş olmasını kullandı.

ÇOK GEÇMEDEN…

Evren’in darbeci generalleri, çok geçmeden gerçek yüzlerini göstermeye başladılar. Bütün partiler ve kitle örgütleri kapatıldı. Yüzbinlere insan tutuklandı, yargılandı, ceza aldı. Baş sorgulama yöntemi işkence idi. Konsey’e hiçbir öğüt kâr etmiyordu. Muktedirler kendilerini çok güçlü hissediyorlardı ve Türkiye için yeni faşist bir rejimin planını uygulamaya koydular. Bu koşullarda bile onların yaptığı Anayasa, halktan yüzde 92.5 oranında onay gördü. Bunda bir an önce sivil rejime geçme isteğinin de etkisi vardı.

Bu rejimden Turgut Özal gibi faşizmle uzlaşan açıkgöz sağcı liberaller yararlandılar. Türkiye’nin yeni bir görgüsüz sınıfı türedi. O tarihten beri ülkede dinci bir kapitalizm hüküm sürüyor.

12 EYLÜL NE KADAR SÜRDÜ?

12 Eylül kurumları sağcı dincilerin yönetimlerinde varlığını sürdürdü. Fena halde ezilmiş olan demokratlar ve solcular, üstlerini başlarını silkeleyerek yerlerinden doğruldular. 1982 Anayasasını paçavraya çevirdiler. Birçok anayasa çalışması yapıldı ve rejim normalleşmeye çalışıldı. Hiçbir rejimin ömrü sonsuz olamaz. Nitekim 12 Eylül rejimi, Türkiye toplumuna dar geldi ve birçok yerinden patladı. Ne var ki iktidar atını alanlar Üsküdar’ı aşmışlardı ve Tarikatlar ve Cemaatler desteğinde yeni açgözlü bir rantiye sınıfı dizginleri ele geçirmişti. Ona karşı yapılan birkaç hamle sonuçsuz kaldı. Şimdi bu sınıf, sıkıntılı bir dönemden geçiyor ve iktidarını sürdürmek için olmadık yollara başvuruyor. Para dağıtmak, dine sarılmak, hak ve özgürlükleri işlemez hale getirmek ve “dünyaya kafa tutarak” kamuoyunu kendini desteklemeye zorlamak bu “olmadık yollar”dandır.

12 EYLÜL VE BEN!

1970’li yılların ikinci yarısında benim siyasi parçalanmadaki yerim, iki süper devlete karşı barış ve birliği savunmak ve gerici kargaşaya karşı mücadele etmekti. Öğretmen Derneği’ndeki grubumuzun temsilcisi olarak bu konuda aktif bir durumdaydım. Dolayısı ile 12 Eylül’ün yapılış gerekçesi içine sığdırılabilecek hiçbir “suç”um yoktu. Öğretmenliğe devam ediyordum. Fakat alacakları biten Yahudi tüccar gibi rejim 1983’te binlerce öğretmen gibi beni de 1402 Sayılı yasa ile meslekten uzaklaştırdı. Bununla da yetinmeyerek, ansiklopedi pazarlığı ile hayata tutunmaya çalıştığım 1986’da Fatsa’da öğretmenlik yaptığım 1974-1975 öğretim yılında devrimci öğrenciler yetiştirdiğim gerekçesiyle gözaltına aldı ve bir ay cezaevinde tuttu. Beraat ettim ve 1987’de mesleğime dönebildim. Millî Eğitim Bakanlığının Öğretmen Dünyası için 1985’te aldığı “okullara sokulamaz” kararını ise ancak 1990’larda dolaylı olarak kaldırtabildik.

12 Eylül eleştirisini yaparken, kendi özeleştirisini yapması, solcuları küçültmez. Bu durum bugün ve gelecekte olaylara daha sağlıklı bakmamız için gereklidir.  (13 Eylül 2020)

Öteki yazılar için: zekisarihan.com