Anadolu' nun orta yerinde, ıssız bir dağ köyünde binlerce yıldır yıldızlara bakıp oturan ve aydınlanmayı sadece güneşin ve ayın aydınlığıyla tanıyan insancıklar.

Böyle bir köyde yapayalnız anacığından kırk yıl önce ölümle ayrılmış bir insan.

Tek başına yaşamın ve yalnızlığın arkadaşı bir insan.

Varlığıyla yokluğu arasında gidip gelen bir insan.

Köyde yaşayanların öldü mü, kaldı mı yı kestiği odun sesinden, yaktığı ateşin dumanından kontrol edilen bir insan.

Açlığını ve yoksulluğunu bir tek kendisiyle paylaşan, canlılığıyla cansızlığı arasında gidip gelen bir insan.

Evinden çıktığında babasını uykudan uyandırmamak için ayak uçlarında yürüyor gibi yaparak köyün içinden geçen bir insan.

Karşılaştığı insanların gözüne bakamaktan korkan ürkek, çekingen, heyecan ve isteğini yokluğunu ve garipliğini karşı tarafa belli ederim korkusuyla yaşayan bir insan.

Evinden köyüne gelirken cılga yolun ortasından geçen karıncaları ezmemek ve incitmemek için yeni yollar keşfeden bir insan.

Yüreğinde hiç bir zaman kin ve nefrete yer vermeyen, hayatı bir lokma bir hırka diye gören bir insan.

Yaşamın içinde parayı hiç tanımadan ve çıkar, kibir, fesatlık nedir bilmeden öğrenmeden yaşama tutunan bir insan.

Evinin kenarında küçücük bir ahırda beslediği ineğiyle ve tavuklarıyla dost olmayı başaran ve sürekli onlarla sohbeti hiç eksik olmayan bir insan.

Karşılıklı oturduğu insanı rahatsız ederim korkusuyla; Sabahattin Ali'nin dediği gibi ''başın öne eğilmesin...''dediği bir insan.

Varlığıyla başkalarını üzerim korkusuyla yaşama tutunan bir insan.

Dünyayı evinin etrafı ve yukarıda ki gök kubbe diye bilen bir insan.

Yağmurla, karla, çiçekle, böcekle, yılanla, çıyanla, yaşamın kendisiyle dost olmayı becerebilen bir insan.

Varla yok arasında gidip gelen bir varmış bir yokmuş masalının öznesi olabilecek bir insan.

Anadolu'nun çaresizliğinde ve yoksulluğunda bilgisizliğinde tıpkı Yaşar Kemalin dediği gibi''Ermişler savaşlar da ve kıtlıklar da otaya çıkar''sözüne uyan bir insan.

Ermişlikle yokmuşluk arasında gidip gelen bir insan.

Anadolu'nun bir dağ köyünde bir gün ateşinin dumanı, bir gün baltasının odundan çıkardığı sesi kesilince öldümü yoksa denilerek bakıldığında ölüğü anlaşılan bir insan.

Öldü ve gitti.

Bu ölüm kimi üzebilir ki?

Sadece varla yok arasında olanları üzen bir ölüm haberi ve hiç kimsenin rahatsız bile olmadığı,üzülmediği gülmediği ağlamadığı bir ölüm gerçekleşiverdi.

Kimin öldüğünü merak edenlerinde merakıyla rahatsız olmasınlar düşüncesiyle yaşayan ve sessizce ölmeyi becerebilen bir insan.

Belki de bu yazıyla ve onun ölümünden bahsederek, okuyup zaman ayıranları da rahatsız ederim mi korkusunu taşıyan bir insan.

Öldü gitti.

Aydınlanmadan ama ermişlik ruhuyla öldü ve gitti.

Bu dünyayı kalleşlere,kahpelere, sahtekarlara, orospulara, hırsızlara,vurgunculara,yalancılara,katillere,şikecilere, ve insan kılığına bürünmüş insancık bile olamayanlara bıraktı ve öldü gitti.

Bunun adı ölüm değildir yaşamdır diyenlere selam bıraktı ve gitti.

Kim mi?

Ne önemi var ki?

Saygılarımla,

[email protected]