İstanbul'un yoğun yaşamından kaçmak için fırsat kollayanlardan olduğum için, üç günlüğüne Gönen de bulunan kaplıcalara gittim.
Yalova'ya vardığımda İstanbul'un bütün yükünün ve meşakkatinin üstümden kalktığını hissediyorum ve mutluluklara adım atmanın sevincini içimde hissediyorum.

İstanbul artık insan yaşamının normal işlediği bir şehir olmaktan çıkmış görünüyor.

Bundan dolayı hedeflerimde bir sapma olmazsa 2014 yılından sonra, İstanbul nüfusu bensiz yoluna devam edecek gibi görünüyor.

Bu yaklaşım ve kaçış ruhuyla Gönen kaplıcalarında üç gün geçirmiş oldum.
Kaplıca deyince sıcak su ve ağrı ve hastalıklara çözüm bulma akla gelir.
Kaldığımız otelde odaların tamamının dolu olması ve yaş ortalamasının altmış üzerinde görünüyor olması, kaplıcanın yaşlılar için tahsis edilmiş bir yer olduğu havasına sokuveriyor insanı.
Oysa kaplıca kültürünün tarihin derinliklerinden bu güne gelen bir alışkanlık olduğunu da biliyoruz.
Kaplıcada altmış yaş ve üzeri insanların olmasını ise, gençlerin bu gün için kaçırdıkları bir fırsat olduğunu düşünüyorum.
Yaşlıların ağrılarına sızılarına çözüm bulmak ve hayata yeniden bağlanmak için kaplıcaları kullanıyor olmaları yaklaşımı da yaygın bir inanç gibi duruyor.
Gönen'e 13 kilometre mesafede bulunan Ekşidere köyü kaplıcaları veya oranın deyimiyle ''dağ ılıcası'' ise gerçekten dağın içinde çok sakin bir yerde kurulmuş mütevazi tesislerden oluşuyor.
Ekşidere köyünün arkadaşım Hasan Temel'in köyü olması sebebiyle köye uğradım, köy kahvesinde oturup kahvede oturan  köyün yaşlılarıyla sohbet etme olanağı buldum.
Ekşidere köyü gerçekten güzel bir köy. Kaplıcanın getirdiği bir takım avantajları da kullanmış ve gelişmiş bir köy olarak görünüyor.
Köyden ayrıldıktan sonra, dağın başında ormanın içinde kurulan tesisin hemen yanında yapılan cami ise dağ ılıcasının vazgeçilmez bir parçası gibi duruyor.
Sonbaharın kışa döndüğü bu ortam, yapraklarını dökmüş ağaçlar içinde, sessizliğin bütün ruhunu içinde hissetmenizi sağlıyor.
Bu ortamda ki sessizlik içinde, İstanbul'un kaosunu riyakarlığını, iki yüzlülüğünü, satılmış ve kirlenmiş ruhunu daha iyi anlamanıza sebep oluyor.
Doğanın bu kadar temiz ve sessiz masum yanı dururken, insanların neden İstanbul'un her türlü kirliliği içinde yaşadığını da sorgulama ihtiyacı duyuyor insan.
Orman içinde tek başıma yürürken yerlerde ki halı gibi serili yaprakların çıkardığı ses bile insan ruhunda çığlıklar yaratırken, İstanbul'un kendi içinde sürekli devam eden çığlıklarına insan ruhunun katlanıyor olmasını ise izah etmek, anlamak mümkün görünmüyor.
Karmaşık duygular içinde orman içinde gece gündüz kalmak ve İstanbul'un bütün kirini pasını ve çarpık insan ilişkilerini içinden atmak için büyük bir hevesin içine kapılıveriyor insan.
Buralarda tek başına küçücük bir evde yaşamak ve doğanın bütün masumiyetiyle dost olmak özlemini yaşıyor insan.
Daha sonra bütün bunların hayalden öte bir iş olmadığını anlıyor ve İstanbul gerçeğinin bir anda tokat gibi tekrar yüzüne ve yüreğine çarptığını hissediyor insan. 
Bu kadar telaş ihtiras ve kırılgan ortamlarında sürekli bulunmanın, insan hayatı için çokta gerekli olmadığını anladığında ise yaşın benim gibi 53 olduğunu anlıyorsun ve pişmanlıkların mutsuzluklar getirmesini de düşünerek her şeye yeniden başlamak iradesini bir anda terk ediyorsun. 
Ey genç insanlar bu gün ileride yaşayacağınız pişmanlıkları yaşamadan, daha sonra ki yaşamları bu gün yaşamaya bakın.
Sevgili Gökhan Kurtuluş'un ''şerit metrede yetmiş santime bakarak,  elli üç santimi çıkardığımızda geri kalan on yedi santimin ne kadar küçük kaldığını'' hatırlattığı gibi,geçmiş yaşantımızdaki kaçan büyük balığın pişmanlığını yaşamadan kalan yaşamın tadını çıkarmak en güzeli.
Bundan dolayı 2014 yılında siyasal yaşamımı sonlandırıp, siyasetin derin ilişkilerinden kurtulmak daha sade ve daha mütevazi bir yaşama dönmek, yeni kitaplar yazmak en büyük idealim.
Gönen'in ıssız ormanlarında bunları düşünme olanağı buldum.
Gönen'e otele döndüğümde ise İstanbul hengamesinin yıprattığı ,yorgun ve bezgin insanlarla baş başa kalmanın ağır ruh halini tekrar içimde hissediverdim.
Ne olursa olsun İstanbul'un artık bizleri yoran, bıktıran ve isyan ettiren yapısından kurtulmak en güzeli.
 Bunun içinde 2014 yılının biran önce gelmesini bekliyor ve tertemiz, yepyeni ortamlarda orta yaşın hemen önünde yeni bir anlayışı yaşamımda egemen kılmak olan en büyük özlemimi yüreğimin bir köşesinde saklamaya devam ediyorum.

İstanbul sevdalıları İstanbul sizin olsun, İstanbul'un taşı toprağı koltuğu makamı mevkisi sizin olsun.
Yahya Kemal Beyatlı'nın diyemediğini bu gün demenin zamanı olsa gerek.
Malum Beyatlı, Ankara'dan İstanbul'a dönerken, Ankara'nın neyini seviyorsun diye sorulduğunda, ''İstanbul'a dönüşünü'' diye cevap vermiş.
Beyatlı bu gün yaşamış olsaydı, eminim ki o gün vermiş olduğu cevabı bu gün veremeyecekti.  

[email protected]